15 Haziran 2014 Pazar

Memluk Askerleri, İşçi Sınıfı ve Futbol

Yanılmıyorsam Engels, nicel değişikliklerin nasıl nitel değişikliklere yol açtığını açıklarken, didaktik kaygılarla Napolyon’un bir sözünü aktararak bir analoji yapar.
Napolyon, Mısır seferi ile ilgili olarak aşağı yukarı şöyle demiş:
“Bir Memluk askeri bir Fransız askerinden çok üstündü; iki Memluk ile iki Fransız karşı karşıya gelince eşit güçte oluyorlardı; üç Memluk ile üç Fransız karşı karşıya gelince Fransızlar üstün geliyordu.”
Napolyon’un orduları bütün Avrupa’yı bu mekanizmayla fetih etmişti denilebilir.
Futbol, bireysel yeteneklere büyük bir kendini gösterme ve gelişme olanağı sunmasına rağmen aynı zamanda bir takım oyunu olduğundan, bu ilişki çok daha açık olarak görülüyor.
Son yıllara kadar Brezilyalıların ya da Güney Amerikalıların her biri, teknik olarak muhakkak ki çok üstünlerdi, birer Memluk askeri gibiydiler.

14 Haziran 2014 Cumartesi

Dünya Futbol Şampiyonası ve Uluslar

Nasıl tanrıya inananların tanrının ne olduğuna ilişkin tanımlarından tanrının ne olduğu; bir dine inananların o dine ilişkin tanımlarından o dinin ne olduğu anlaşılamazsa; ulusçuların ulus tanımlarından da ulusun ne olduğu anlaşılamaz.
Bütün klasik ulus teorilerinin uluslar ve ulusçuluk karşısında hiçbir açıklama sunamamalarının temel metodolojik nedeni bu yanlışı yapmalarıdır. Onların hepsi ulusların ulusçuluk hakkındaki tanımlarından hareketle ulusun ne olduğunu anlamaya çalışırlar.
Ama biraz dikkatli baktığımızda, ulusun ne olduğuna ilişkin ulusçuların tanımları aslında normatif tanımlardır; yani ulus olmanın koşulunu belirleyen normatif tanımlardır. Normatif tanımlar bizlere toplumsal gerçeğin özünü vermez, onu açıklamaz ve analiz etmeye yaramazlar. Normatif tanımlar ise toplumsal ilişkileri belirler, sınırları düzenlerler.

13 Haziran 2014 Cuma

Şerdeki Hayır – PKK’nın Günü Gelirken

İŞİD’in Musul’u ele geçirmesi bir Şer’dir ama büyük hayırlara gebe olabilir.
Çünkü Ortadoğu’da tüm dengelerin alt üst olması ve kartların yeniden karılması anlamına gelmektedir.
Ve bu gelişmelere bağlı olarak da PKK bölgenin kaderinin belirlenmesinde biricik kabul edilebilir ve bir barış şansı sunabilen alternatif olarak giderek öne çıkacaktır.
Neden ve nasıl?
*
Madem Dünya futbol şampiyonası başlıyor, öyleyse futboldan bir analojiyle başlayalım.
Futbolda iki türlü oyun vardır. Toplu oyun, topsuz oyun. Elbette bir oyuncunun topu ayağına aldığında topla çok iyi oynamayı bilmesi gerekir. Ama bir de topsuz oyun vardır: topun gideceği yeri sezerek önceden orada yer tutmak. İyi oyuncular bunlardır.

10 Haziran 2014 Salı

Türk Bayrağı, Kürt Bayrağı ve Beyaz Bayrak

Bugünün Türkiye’sinde üç program, “üç tarzı siyaset” üç bayrakta ifadesini bulmaktadır: Türk Bayrağı, Kürt Bayrağı ve Beyaz Bayrak. Bunlar her şeyden önce ulusun nasıl tanımlanacağına ilişkin programlardır.
Birinci “Tarzı siyaset”in sembolü Türk bayrağıdır.
Bugünün Türkiye’sindeki bütün partiler, ulusun Türklükle tanımlanmasını savunmakta ve bunda bir sorun görmemektedirler. Türklüğün de kan, ırk ve Orta Asya’dan kaynaklanan bir tarihle tanımlanmasını savunurlar ve bunda da bir sorun görmezler.
Dolayısıyla bütün partiler, hepsi sömürgecilik ve 19. Yüzyıl usulü biyolojik ırkçılığa dayanırlar ulusu ve Türklüğü tanımlarken. Onun da geç gelmiş ve geç geldiği için de daha da saldırgan Alman emperyalizminden kaynaklanan versiyonuna dayanırlar.

7 Haziran 2014 Cumartesi

Seçimler, Blog Adayları ve Ertuğrul Kürkçü’nün Seçilmesinin Anlamı

Çok önceydi, daha seçimler gündemde yoktu, bir arkadaş grubunda, BDP’nin gelecek seçimlere de bağımsızlarla katılması gerekeceğinden ve bu sefer adayları belirlerken daha az hata yapacaklarından ve dışarıdan gösterilebilecek veya gösterilmesi gereken adayların kimler olacağından ve olması gerektiğinden söz ediyorduk. O zaman, özellikle seçilebilir yerlerdeki adaylar arasında olmasını dilediğim dört isimden söz etmiştim. Bunlar Ayhan Bilgen, Sırrı Süreyya Önder, Ertuğrul Kürkçü, Veysi Sarısözen idi.

Doğrudan Demokrasi - Temsili (Dolaylı) Demokrasi – Akışkan Demokrasi vs.

Yarın (8 Haziran) saat 14.00 – 18.00 arasında, “Gezi’nin Bakiyesi” başlığı altında yapılan “Forum/Çalıştay”ların ikincisi var.
Konular:
1)      Özyönetim ve Doğrudan demokrasi: Kavramlar
2)      Forumlar, Dayanışmalar ve İşgallerde Sorunlar ve Çözüm Önerileri
Yazılarımızı izleyenler görecektir ki, aslında son zamanlarda yazdığımız yazıların büyük bir bölümü bu Forum/Çalıştay’ın konusuyla ilgiliydi.
Örneğin şu yazılar “Kavramlar” bölümüyle ilgiliydi.
Bu yazılar aslında daha devam edecekti. Bu kavramlarla Demokrasinin sosyolojik bir tanımlamasını yapmaya çalışıyorduk. Ancak zaman yokluğundan ve diğer konularda yazmamız gereken yazıların çokluğundan devam edemedik.
Yine de daha önce bu konuda yazıp derlediğimiz iki kitapçık eksiği bir ölçüde olsun giderip bir kavramsal arka plan sağlayabilir. Bu iki kitapçık, üzerlerine tıklanınca çıkacak şu adreslerden kolaylıkla indirilebilir:

6 Haziran 2014 Cuma

HDK ve HDP’de Bireysel Üyelik Kampanyası Hakkında

Bu ayın 21 ve 22’sinde HDK ve HDP’nin kongreleri olacak.
Yine her zamanki gibi “bileşen”lerle yapılmış görüşmelerle kararlar önceden alınacak. Yine aslında bir program akışından başka bir şey olmayan bir “gündem” ilan edilecek ve kararlar alınacak. Yine medyatik olarak “çok renkli” imgelerle mesajlar verilecek. Yine herkes protokoldeki yerini alacak; yine protokol sırasıyla konuşmalar yapılacak; protokoldekilerin en önde yer aldıkları resimler yayınlanacak. Yine kongrelerin başarıyla tamamlandığı söylenecek.
Ve yine gelenler bu mizansenin figüranlarından başka bir şey olmadıkları hissiyle geri dönecekler.
Ve bu örgütler sözüm ona Türkiye’deki Radikal Demokrasi mücadelesini örgütleyecek, yürütecek ve zafere götürecekler.
Eğer böyle giderse bırakalım zaferi bir yana en büyük hezimetler kaçınılmazdır.

4 Haziran 2014 Çarşamba

Cumhurbaşkanlığı Adayı ve Seçim Yöntemi Üzerine HDP’ye Bir Öneri

Kürt Özgürlük Hareketi, Türkiye’de Batıda demokratik bir hareket ve partner olmadığı için, adeta bu hareketi yaratmaya kendisi soyunmak zorunda kaldı. Ve herkese bunun adresi ve örgütsel ifadesi olarak HDP’yi gösterdi. Hazır ve yerleşmiş bir örgütü (BDP) bir kenara koymayı; destekçilerinin önemli bir kesiminin direnişini ve hatta desteklerini çekme tehditlerini bile göze alan stratejik bir karardı bu. Kanımızca “Türkiyelileşmek” de denilen bu strateji özünde doğru bir yaklaşım ve karardır.
Bir kararın doğruluğu onun gerçekleşme şansı olup olmadığına göre ölçülemez. Özünde doğruysa bir girişimin başarı şansı olup olmadığına bile bakılmaz, çünkü doğru bir şeyi savunurken yenilmek bile zaferdir. Ama yanlış bir amacın zaferleri bile yenilgidir. Tabii biz zafer ve yenilgiden söz ederken hep ezilenlerin yenilgi ve zaferlerinden söz ediyoruz.
Kürt Özgürlük Hareketi’nin bu kararı karşısında kimileri gibi başarı “şansın yok bu işi bırak, Türkiye’yi de bize bırak” (Örnek olarak bakınız: Metin Kayaoğlu, “Yeni-HDP: Olmayacak dua veya simya” veya Ferda Koç, “BDP “Türkiyelileşme”li mi?”) tavrı içinde değiliz. Sizin amacınız, programınız ve sorunu koyuşunuz

3 Haziran 2014 Salı

Kürt Hareketi’nin Gezi ve İşçi Hareketiyle Birleşebilmesinin (HDK ve HDP’nin) Sorunları

Bugünün Türkiye’sinde bu üç hareketi veya bu üç hareketin omurgasını oluşturan toplumsal kesimleri ya da memnuniyetsizlikleri kapsamayan; onları ortak bir program etrafında birleştirmeyen herhangi bir hareketin en küçük bir başarı şansı olmaz.
Çünkü bu üçünü birleştirmeyen bir program ve bayrak, bunların birbirine karşı kullanılmasının yolunu açık bırakır ve binlerce yıllık tecrübeli devlet ve sermaye gemisini buradan yürütür. Bugün olan da zaten budur.
Sorun böyle koyulunca, ilk sorun, bu üç kesimi birleştirebilecek bayrağın ya da programın ne olabileceği ve ne olması gerektiğinde toplanır.
Bu hareketlerin içinde sadece Kürt hareketinin örgütlü bir yapısı, diğer hareketleri kapsamak veya onlarla birleşmek gibi bir amacı; bunun için önerdiği bir programı; örgütsel biçimleri var. Diğerlerinin ise henüz böyle bir örgütlülüğü olmak bir yana problemi böyle koyuşu bile yok.

2 Haziran 2014 Pazartesi

Gezi’nin Birinci Yılında Forumlarda Başlayan Tartışmalar Üzerine

“Gezi’nin Bakiyesi”olan forumlarda ve Gezi’nin ve bakiyelerinin durumu ve geleceği üzerine kafa patlatanlarda, giderek, örgüt ve mücadele biçimlerinin yanlışlığı veya en azından tartışılması gerektiği üzerine bir konsensüs oluşmaya başladı.
Örneğin dün Yeldeğirmeni’nde yapılan toplantının konusu, bir önceki günün değerlendirmesiydi ve kararlar, karar alıp almamak gerektiği, nasıl alınacağı, alındığında nasıl uygulanacağı; nasıl değiştirilebileceği gibi noktalarda yoğunlaşmıştı. Ama bunlar aslında Taksim’e neden gelinmediği; neden Kadıköy’de eylem yapıldığı;  eylemin şu veya bu aşamasında neden şöyle veya böyle davranıldığı gibi noktalarda yoğunlaşıyordu. Gezi’nin ve Forumların ilk başlarda bir karar almayı reddeden ve olanaksız kılan işleyiş ve yapısından bu noktaya gelinmesi, bir yıl içinde belli bir yol kat edildiğini göstermektedir.
Ama sadece forumlar değil, örneğin dün paylaşılan Foti Benlisoy’un "Ne zaman savaşıp ne zaman savaşamayacağını bilen kazanır" başlıklı yazısı da durumun doğru bir değerlendirmesini yapmaktan; artık bir ricat taktiğine geçilmesi gerektiğinden söz ediyor ve hatta bizim de 1 Mayıs vesilesiyle yazdığımız yazılarda da değindiğimiz[1] Mao’nun (Benlisoy’un da belirttiği gibi aslında Sun Tzu’nun[2]) gerilla savaşı taktiklerine gönderme yapıyor[3]. Aklın yolu birdir.