26 Haziran 2013 Çarşamba

Doksanlar Kuşağı ve “Gezi Hareketi” Hakkında Yirmi Yıl Önce Yapılmış Öngörüler

Aşağıda bugünkü “kreş çocukları” da denen 90’lar kuşağının henüz birer bebek olduğu veya kreşe gittiği zamanlarda gelecekte çıkacak bir hareketin sorunları üzerine onların ana-babası hatta dede-ninesi olan 68-78’lilere hitaben yazılmış bir yazı yer alıyor.
Gezi Parkı ile başlayan harekette internetin ve oradaki sosyal medyanın önemi herkesçe biliniyor.
İnternetin böylesine yaygın kullanımını mümkün kılan tarayıcıların atası olan Mosaic Netscape 0.9’un çıkış tarihi  1994’ün Ekim ayıdır. Yani bu kuşakla birlikte doğdu bu devrimin araçları.
Aşağıdaki yazının tarihi ise 1994 Ağustos ayıdır. Yani internet tarayıcılar resmen doğmadan önce, onların varlığını bile bilmeden, ama onları zımnen de öngören bir yazı.
(Türkiye’de Özel Savaş Rejimi de (1992-2002) aşağı yukarı aynı tarihlerde yerleşti.)
Yazıda gelecek bir devrimin “cyberspace”da örgütlenebileceğinden söz ediliyor.
Yazıda çevre felaketinin sorunlarına özellikle dikkat çekiliyor. Bugünkü harekette bunun önemi de herkesçe kabul ediliyor.
Yazı aynı zamanda gelecek kuşakça dilinin anlaşılamayacağını da öngörüyor.

25 Haziran 2013 Salı

“Kürt Sorunu”nun Çözümü Gerçek Bir Laiklikten Geçer

(Aşağıdaki yazı, dört yıl önce yazılmıştı. Hem bugünkü olayları anlayacak kapıyı açacak anahtarları sunuyor; hem de gerek bu yeni hareketin, gerekse “barış süreci”nin ilerlemek için ne yapması gerekitğini açıklıyor. Tarihinin eskiliğine bakmadan okuyuz lütfen. Bu harakat bizim yıllardır hazırladığımız teori ve programla buluşamazsa, sönümlenmekten kurtulamaz.  Demir Küçükaydın, 25 Haziran 2013 Salı.)
Bir aralar Mesut Yılmaz, “Avrupa’ya giden yol Diyarbakır’dan geçer” diye bir söz etmişti.
Biz o zamanlar buna nazire olarak, “Kürt sorunu”nun çözümünün işçi sınıfının demokratik hedeflere ve mücadeleye öncülük etmesi ve sahiplenmesinden geçtiğini ifade edebilmek ve Türkiye’nin ekonomist ve sendikalist sosyalistlerine temel yanlışlarını gösterebilmek için, “Diyarbakır’a giden yol İstanbul’dan geçer” demiştik.
Bu formüller özünde çok temelden bir ilişkiyi bir paradoksla ifade etmenin araçlarıdırlar. Örneklerde olduğu gibi, “Batı”ya ulaşmak için Doğu’ya gitmek ve “Doğu”ya ulaşmak için de “Batı”ya, yani tam ters yola gitmek veya onu kazanmak gerekir.
Hükümetin “Kürt Açılımı”nın yine böyle paradoksal biçimde ifade edilebilecek bir ilişki nedeniyle fazla ileri gidemeden soluğunun kesileceği şimdiden görülebilir.

24 Haziran 2013 Pazartesi

“Akil İnsanlar” başbakanla görüşecek ise İmralı ile de görüşmelidir

Nasıl bir futbol karşılaşması tek takımla oynanmazsa, nasıl bir güreşçi kendi kendisiyle güreşemezse, bir barış da tek taraflı olmaz.
Her hangi bir barış görüşmesinin veya “süreci”nin olmazsa olmazı savaşan tarafların görüşmeci olmasıdır.
Eğer savaşan veya savaşmış taraflardan biri orada yoksa, eşyanın tabiatı gereği barış olmaz.
Akil İnsanlar bu çok basit gerçeği göz önüne alarak, Başbakan’la görüşecekleri gibi Öcalan’la da görüşmelidirler.
Bir araya gelip bu taleplerini Başbakan’a, İmralı’ya ve Türkiye’nin yurttaşlarına bildirmelidirler.
“Akil İnsanlar” ancak böyle bir adım atarak “Barış Süreci”nin taraflarına eşit davranarak adil ve akil davranmış olurlar.

23 Haziran 2013 Pazar

Pasif ve Aktif Direnişlerin Toplumsal ve Tarihsel Temelleri

Gezi Direnişiyle başlayan hareketlerin doğup geliştiği yer: İstanbul ve Taksim. İstanbul bugün neyi konuşursa Türkiye yarın onu konuşur. Dolayısıyla biz İstanbul ve Taksim’e bakıyoruz hareketin genel eğilimlerini “gerçek zamanda” görüp tespit edebilmek için.
Bu harekette iki eğilimin giderek netleştiği görülüyor.
Birincisi ulusalcı çizgiye ve laik-dindar ayrımına belli bir mesafe; demokratik ve özgürlükçü bir vurgunun giderek netleşmesi. Taksimdeki dünkü karanfilli buluşmada çeşitli pankart ve flamalar olmaması bu eğilimin giderek hareketi damgasını vurduğunu gösteriyordu. Bu hayırlı bir gelişmedir; hareketin genişlemesi ve derleyici olması için şarttır.
Diğer eğilim ise mücadele biçimlerinde ortaya çıkmaktadır ve genellikle pasif ve çatışma ve şiddetten kaçan biçimlere yönelmede görülmektedir.

22 Haziran 2013 Cumartesi

Bir İşçi Hareketi Olarak Gezi Hareketi ve Kazlıçeşme

Neyin kastedildiği biliniyorsa onu şöyle veya böyle adlandırmak önemli değildir”. “Gezi Hareketi” derken de Gezi Parkı vesilesiyle başlamış ve hükümetin şiddeti üzerine, bütün Türkiye’yi bir saman yangını gibi sarmış; “an itibariyle” meydan savaşını kaybedip güçlerini toplamak ve uzun süreli bir gerilla savaşı vermek için dağlara (parklara) çekilmiş görünümü veren hareketi kastediyoruz.
Bu hareketin nasıl bir evrim geçireceği henüz ortada. Bu kendi yetenekleri kadar, hükümetin nasıl davranacağına da bağlı. Eğer ulusalcı renklerle arasına bir sınır çekip bir demokrasi bayrağı yükseltebilirse, Müslümanların demokratik özlemlilerini (ki esas olarak işçilerdir), Kürtlerin demokratlarını yanına çekebilirse (ki esas olarak kadınlar, yoksul gençler ve Apoculardır) Erdoğan’a karşı cepheyi genişletip ilerleyebilmek için taze bir güç bulabilir.
Bunun için de ilk elde hiçbir dile, dine, siyasi görüşe gönderme yapmayan bir bayrağa ve herkesin birey olarak katılıp herkese ulaşma ve kazanma şansına sahip olacağı bir kitlesel örgütlenmeye (her ikisine de somut öneriler yaptık) ihtiyacı var.

21 Haziran 2013 Cuma

Espri, Alay, Yaratıcılık ve Marksizm

Şöyle bir yargı var. Bu Marksistler çatık kaşlı, şakadan anlamaz, yaratıcılığın yanından geçmez, dogmatik ve sekterlerdir. Zaten modası da geçmiştir. İşte duran adamlar, penguen gibi yürüyenler, park meclisleri ile artık yapyeni birözne var ortada.
Gerçekten de piyasayı doldurmuş ve Marksizmi savunuyor diye ortalıkta dolaşanlara bakınca bu yargılar doğru gibi görülür.
Ancak burada anlaşılmayan şudur, insan hayatı bakımından büyük ama toplumların hayatı bakımından küçük öyle önemler vardı ki o dönemlerde herşey tersine dönebilir. Bu da bizi yanıltır. Hayatınız üç gün yaşayan bir kelebeğinki kadarsa, dünyanın hep çiçeklerle bezeli güneşin parladığı bir yer olduğunu sanabilirsiniz.
Marksizm hakkındaki bu yargı da böyledir. Markizm hiç de öyledeğildir, ama köylülerin ve ulusçuların Marksist olduğu veya kendini öyle tanımladığı bugünkü dünyada Marksistler böyledir. Tarihin yumağı tersinden çözülünce, böylesine görünümler ortaya çıkar.

Demokrasinin Ne Olduğunu Anlayamamanın Zorlukları Üzerine Bir Deneme (Demokrasinin Sosyolojik Bir Tanımı)

Önsöz

Taksim’in devlet Güçlerince fethi üzerine Gezi Direnişi hareketi, “hattı müdafa yok sathı müdafa vardır” diyerek  mücadele alanını yaydı ve bütün alanları ve parkları birer foruma (agoraya, meclise, camiye, ceme) çevirmeye başladı. Eğer bu yayılma sürer ve katılımlar giderek artarsa bir süre sonra hükümet, taksimi şiddetle boşalttığına pişman olacaktır. Önünde iki yol kalacaktır. Ya her parkı da taksim gibi ele geçirmek. Tüm ülke sathına Taksimleri ve Taksim direnişlerini yaymak. Ya da bütün pakları ve Taksimi harekete teslim edip geri adım atarak, hareketin bölünmesi ve içinden çürümesi için çalışmak ve beklemek.
Eğer o forumlarda bugünkü devlet cihazının karşısında yeni bir cihazın tohumları ve ilişki biçimleri koyulursa, bir diyarşi (ikili iktidar) ve eğer gerçekten doğru bir strateji ve program da uygulanırsa bir demokratik devrim bile gündeme gelebilir. Böyle bir devrim de bütün ortadoğuyu ve dünyayı alt üst eder.
Bu alternatif cihazın nasıl bir şey olması gerektiğine dair 19. Yüzyıl İşçi ve Sosyalist hareketinin deneyleri ve bilgi birikimi ne yazık ki bugünkü hareketi başlatmış 90’lı kuşaklarca bilinmiyor. Sadece bilinmiyor da değil, yıkılan bürokratik diktatörlükler ve fosilleşmiş küçük sosyalist örgütler veya bürokratik kitlesel örgütlerin olumsuzlukları Sosyalizm ve işçi hareketinin hesabına yazıldığından, ne merak ediliyor ne de bilinmek isteniyor.