17 Ocak 2018 Çarşamba

Afrin

Bundan neredeyse yarım yüzyıl önce 1969’un son aylarında gerilla savaşanı öğrenerek Türkiye’de yeni bir Vietnam yaratıp, Vietnam halkının sırtındaki yükü hafifletmek ve aynı zamanda Amerikan Emperyalizmi ve onun Orta Doğudaki bekçisi İsrail Siyonizm’ine karşı o zamanlar en Marksist olduğunu düşündüğümüz, referansımız olan Denizlerin de gittiği,   Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi’nde  savaşmak için Suriye’ye giderken Afrin’den geçmiş ve birkaç geçe nezarette tutulmuştuk.
O zamanlar bir gün gelip Afrin’in bir gün gelip dünyada bütün projektörlerin odaklanacağı bir yer olacağı aklımızdan bile geçmezdi.
Bugün Türk ordusu eğer Afrin’e saldırırsa muhtemelen herkesin isimlerini ezberleyeceği Zimnara (Adı tam doğru yazamamış veya hatırlayamıyor olabilirim) köyünde tutuklanmış, sonra Cinderes (nahiye gibi) üzerinden Afrin’e götürülmüş, orada birkaç gece polis karakolunda kaldıktan sonra da Halep’e götürülmüştük.
Yani Türk devletinin eğer Rusya’dan izin alırsa, Afrin’e saldırısının izleyeceği yollardan geçmiştik.
Dört buçuk ay sonra dönerken de yine Halep üzerinden şimdi Türk ordusunun işgal ettiği Cerablus’tan Kargamış’a geçerken yakalanmış, sonra da Antep’te işkenceli sorgulardan geçmiştik.

(Bu geliş gidişlerin hikayesi Oktay Duman’ın derlediği “Devrimcilerin Filistin Günlüğü 1968-1975” adlı kitapta ve Zihni Çetiner’in “Ölümü paylaştılar ama!..!” başlıklı anılarında bulunabilir.)
O zamanlar Afrin 10.000 nüfuslu küçük bir Anadolu kasabası gibiydi.
Şimdi 1.000.000 nüfuslu olduğu tahmin edilebilir. Türk devletinin yasakladığı bütün ansiklopedileri yerinden etmiş, yüz binlerce insanın ortak ürünü, merkezi olmayan bir ağla yaratılmış Wikipedia’nın Almancasının Afrin maddesinde 2015’de 700.000 nüfus belirttiğine göre, son üç yıldaki göçlerle, bir milyon nüfus abartılı bir rakam olmaz.
Bu bir milyon örgütlüdür, silahlıdır. Yaşlılar, çocuklar vs. düşüldüğünde bile en az 100.000 kişilik bir silahlı halk demektir.
Ve bu yüz bir kişinin önemli bir bölümü, en azından komutanları, IŞİD ile şehir savaşlarında pişmiştir. Ve Afrin yüz binlerin yaşadığı büyük bir şehirdir artık.
Afrin dağlık ve ormanlıktır, Kobani ve Suriye hududunun diğer yerleri gibi düz ova değildir. Yani savunma savaşı yapmaya çok uygun bir arazi yapısı vardır.
Türk ordusunun kurmayları eğer bildiklerini unutmadılarsa Afrin’e saldırmazlar. Afrin’e saldırdıkları takdirde yenileceklerini ön görebilirler.
Türk ordusu, “Fırat Kalkanı” harekatında, IŞİD gibi işbirlikçileri anlaşmayla çekilmeselerdi  küçücük bir alanda bile büyük kayıplar vermiş ve tam bir fiyasko yaşamıştı.
Afrin’e saldırdığı takdirde askeri olarak en büyük yenilgisini yaşayacak ve belki de bu sayede bizler, YPG’li komutanın dediği gibi, Türk ordusunun Afrin’de alacağı yenilgiler sayesinde bu Erdoğan-Ergenekon ittifakından ve diktatörlüğünden kurtulacağız ve belki de bu hızla bu merkezi, bürokratik, keyfi şark despotluğunu da tasfiye edebileceğiz demektir.
Rusya ve ABD ve de Suriye, eğer Türkiye’ye yeşil ışık yakarlarsa bu aslında bir yanıyla Türkiye sopasıyla Kürt özgürlük hareketini hareketsiz bırakmak, diğer yanıyla da Türkiye’nin bir iç savaşa kadar gidebilecek şekilde çökmesine yol açabilmek için olacaktır. Türkiye nüfusu ve alanıyla büyük bir ülkedir. Büyük bir ülkeden ise, birkaç parçaya bölünmüşüyle daha rahat komşuluk yapılabilir. Rusya ve ABD Erdoğan’a, tam da Türk ordusunun yenileceğini hesaplayarak böyle bir hesapla yeşil ışık yakabilirler.
Evet yenilir ancak yenilen ve çözülmüş bu mekanizmanın yerine gerçekten demokratik bir özyönetim mi kurulur yoksa, çetelerin, savaş ağalarının egemen olduğu, geçenlerde Veysi Sarısözen’in çok haklı olarak dikkati çektiği gibi, tam anlamıyla bir Kaos ortamı mı egemen olur bunu bizlerin programı, stratejisi, örgütlülüğü vs. belirleyecektir.
Yenilecektir Türk ordusu saldırırsa Afrin’e. Bu bir kehanet değildir.
Kürt özgürlük hareketinin en büyük gücü, etkili olduğu her yerde, yoksul halkı, gençleri, kadınları ve ezilen azınlıkları örgütlemesi ve silahlandırmasındadır. İlk kez özgürlüğün tadını alan, ilk kez bağımsızlığı tadan, ilk kez elinde kendini savunacağı bir silah bulan, şimdiye kadar hep ezilmiş aşağılanmış bu insanlar, ilk kez tadını aldıklarını savunmak için en büyük fedakarlıkları yapmaya hazırdırlar.
Bu nedenle yenilmez bir güç olurlar.
Türk ordusunun yenilgisine yol açacak olan budur.
İşte gördük, Kobane’de neredeyse birkaç yüz kişi kalmış, dört bir yandan kuşatılmış, küçücük bir alana sıkışmış savaşçılar, tarihin gördüğü en büyük mucizelerden birini bu sayede gerçekleştirdiler.
Kürt özgürlük hareketinin bir çok yanlışları, hataları olmuştur ve olabilir. Ama bütün bu hatalar temel doğruluğu ortadan kaldırmaz. Bu hareket ezilenleri silahlandırır. Onlar da bu nedenle kendilerine ilk kez bu olanağı sağlayan hareketin önderine neredeyse taparca sahip çıkarlar.
*
Ve Kürt Özgürlük Hareketinin, Öcalan’ın tuğla gibi kitaplarla temellendirdiği kendi programı ve stratejisi, dolayısıyla kendi gündemi vardır.
Bu nedenle Kürt özgürlük hareketini kullanmaya kalkanlar aslında onun tarafından kullanılırlar.
Türk ulusalcıları askeri, merkezi, bürokratik ve oligarşik Türk devletini savunmak için geliştirdikleri sözde anti emperyalizmleriyle ABD’nin Kürt Özgürlük Hareketini bir kara gücü olarak kullandığını söylüyorlar.
Bu salakların hiçbir zaman anlayamayacağı şudur: ABD ve hatta Rusya Kürt özgürlük hareketinin hava gücüdür.
Ezilenler elbette ezenlerin arasındaki çatışmalardan yaralanacaklardır.
Lenin örneğin, İrlanda (yani İngiltere’nin Kürtleri) kurtuluş hareketinin, Alman ve İngiliz emperyalistleri arasındaki çelişkilerden yararlanmasını ve Almanya’dan silah almasını son derece haklı ve meşru görüyordu.
Bizzat kendisi Rusya’ya gidebilmek için Alman Genelkurmayı ile anlaşmış ve kurşunlu (mühürlenmiş) vagonla bu sayede Rusya’ya gidebilmiş ve bu sayede partisini ve devrimi burjuvazinin kuyruğuna takılmaktan kurtarabilmişti. Alman Genel kurmayının hesabı, Lenin’in Rusya’da barış sağlayarak Rus cephesini çökertmesi ve böylece Almanya’nın güçlerini Batı cephesine kaydırabilmesiydi. Lenin’in hesabı ise, Rusya’da yapılacak bir devrimin Alman işçilerinin ve askerlerinin ayaklanmasına yol açacağı idi.
Tarihin gösterdiği şudur: Alman Genelkurmayı Lenin’i değil, Lenin Alman Genelkurmayını kullanmıştı. Abdestinden emin olanlar en güvenilmez, en çürük müttefiklerle bile uzlaşmalar yapmaktan çekinmezler.
Bağımsız bir programınız, stratejiniz ve örgütlenmeniz varsı ve bunlar doğru se, kimse sizi kullanamaz, kullananlar kullanılırlar.
Suriye ve Esad, yıllarca PKK’yı Türk devleti ile çelişkisinde kullanmak istedi.
Sonuçta ne oldu?
Öcalan, Suriye devletinin elinde yarı esir ve rehinelik koşullarında bu çelişkileri değerlendirerek Ortadoğu’nun en büyük gerilla hareketini örgütledi. Öcalan Suriye’yi kullandı.
Öcalan’ın CIA ve MOSSAD eliyle Türkiye’ye tesliminden sonra bu sefer aynısını elinde hapiste bulunan Öcalan aracılığıyla Türk devleti denedi.
Ne oldu?
Öcalan Türkiye’deki ve Ortadoğu’daki en büyük demokratik hareketi örgütledi. Bugünkü HDP işte budur.
Öcalan Türk devletini kullandı.
Öcalan “Sümer Rahip Devletinden Demokratik Cumhuriyete” diye kitaplar yazarken, bizzat kendi örgütünden kimileri bile onunla alay ediyorlardı. Apo yine “neolitik devrime kadar gitti” diye.
Burnunun ucunu göremeyen Türk sosyalistlerinden böyle bir kitap çıktı mı şu son yirmi ya da otuz yılda. Çıkmadı. Bu nedenle bir hiçtirler ve hiç olarak kalacaklardır.
Çünkü Teori’yi üniversiteli sözde Marksist veya Post-modern akademisyenlere veya gazetecilere bırakmışlardır.
Ve şimdi bir zamanlar alay edilen, o yazılmış tuğla gibi kitaplar sayesinde, Türk ordusu eğer saldırırsa Afrin’de hayatının en ağır yenilgisini alacak, Türk devleti tecrit olacak, bu askeri bürokratik oligarşi çökecektir.
*
Ne yazık ki, Türkiye’de bu çökenin yerini alacak demokratik bir yönetimin, halkın üzerinde yükselmeyen ona hizmet edecek, bürokratik, merkezi ve militer olmayan bir özyönetim aygıtının çekirdeği olacak örgütlenme tohumları bir yana böyle bir ufuk ve perspektif bile yok.
Maalesef HDP dar kafalı Türk sosyalist örgütlerinin, Türk liberallerinin ve Kürt ulusalcılarının boyunduruğu altında hiçbir politika üretemez durumda.
Çünkü bunları hepsi, sorunun yapısal olduğunu görmekten ve göstermekten kaçıyorlar.
HDP maalesef hastalıklıdır.
Ama bu hastalıktan sembol kişilerini değiştirerek kurtulamaz. Bu nedenle Selahattin Demirtaş’ın değişmesi, kimilerinin sandığının aksine hiçbir şekilde hastalığı tedavi etmez ve edemez.
Hatta aksine Kürt özgürlük hareketi ile Batı’nın demokratik özlemleri arasında ilk kez bir pencere işlevi görmüş ve Batı’daki demokratik özlemlerin sembolü olmuş bayrağın, yani Demirtaş’ın terki anlamına gelecek, böyle anlaşılacak ve HDP’nin daha kötü duruma düşmesine yol açar ve açacaktır.
Bölesine kritik bir dönemi karşılayabilmek için, HDP’nin baştan aşağı yapısal bir değişim göstermesi gerekir.
Bu ise ilk adımda “bileşen hukuku” yerine “birey hukukunun” gelmesi, yani üyelerin örgütler aracılığıyla değil, eşit bireyler olarak örgüte katılması ve açık tartışma, farklı görüşlerin yatay olarak her üyeye ulaşabilmesi ve eşit koşullarda mücadele ederek çoğunluğun desteğini sağlayabilmesinin olanakları, bu şekilde ortaya çıkan farklı eğilimlerin güçleri oranında örgüt organlarında yansıması demektir. Bunun oydaşma yöntemi gibi, ete-hayır ve azınlık çoğunluğa dayanan oylama yönteminin zararlarından arındırılmış yöntemleri de vardır.
Teşhis yanlışsa tedavi de yanlış olur ve yanlış bir tedavi, ölümcül bir hastalığı olmayan bir hastayı bile öldürebilir.
HDP’nin sorunu, kimin başkan seçileceği değildir.
Demirtaş’ın başkanlığı sorunu politik bir sorundur, yani stratejiye, taktiklere ilişkin bir sorundur.
Ama HDP’nin sorunları yapısaldır, örgütseldir.
Stratejik olarak Demirtaş’ın başkanlığının devamı, özellikle Türklere, Türkiye’nin demokratik güçlerine, biz Türkiyelileşme projesini terk etmedik ve etmiyoruz anlamına geleceği için bu stratejik hedefe bağlılığın ifadesi olduğu ve Türkler tarafından da böyle algılanacağı için gereklidir.
Taktik olarak ise, Demirtaş esas çıkışını “seni başkan yaptırmayacağız” parolasıyla yakaladığı. Ve bu taktik amaç hala geçerli olduğu, Erdoğan’ın oradan uzaklaştırılması taktik hedefiyle, Demirtaş’ın başkanlığı özdeşleştiği için, Erdoğan’a “hadi elinden geleni ardına koyma, hodri meydan, birimiz hepimiz, hepimiz birimiz içindir” diyerek meydan okuma anlamına geleceği için gereklidir.
Demirtaş Başkan seçilmediği takdirde bu Kürt Özgürlük Hareketi türkiyeyileşme projesini ve Erdoğan’ı baş hedef olarak ele almayı terk etti olarak algılanacaktır. Bu algıyı değiştirmek onlarca yıl alabilir.
Kürt hareketinin tarihinde en kritik anlarda yapılmış ve genellikle de Kürt ulusalcılarının etkisiyle veya bastırmasıyla yapılmış böyle hatalar vardır. Örneğin 90’ların baında Özgür Gündem ilk çıkmaya başladığında Türkiye’nin neredeyse bütün sol entelijansiyasını sayfalarında toplamıştı. Ama gazetenin başına gelen Şükrü Gülmüş gibilerin dayatmaları veya o dönemde önde görünen Selim Çürükkaya gibilerin “yakamızdan düşün” demeleriyle bu demokratik müttefikler ve entelijansiye küstürülmüş, Kürt hareketi tecrit olmuş ve doksanların acıları yaşanmıştı. Kürtlere küsen aydınlar da gidip politik İslam’a destek olarak bir parça demokrasiye kavuşma stratejisine yönelmişlerdi. Bir kısmı da ulusalcılığa teslim olmuştu. Bu tecridin yıkılması onlarca yıl aldı. Ancak 2011’den sonra Erdoğan’ın karşı devrimi iyice göze batmaya başladıktan sonra, Kürt Hareketi iyice güçlendikten sonra tekrar bir barışma mümkün olabilmişti.
Demirtaş, Türkiye’nin laik ve Alevilerinin özünde ulusal bir hareket olan direnişlerinin ve demokratik özlemlerinin Kürt Ulusal Hareketinin özlemleriyle birleşmesinin sembolüdür.
Savaşta bayrakların, sembollerin yeri gelir çok büyük bir önemi olur. Geniş yığınlar programlar üzerinden değil, semboller, parolalar üzerinden politika yaparlar. Bu nedenle Demirtaş’ın başkan kalması hayati önemdedir.
*
Evet Demirtaş bir semboldür. Orada bulunmasının stratejik ve taktik anlamları vardır. Bu nedenle doğru strateji ve taktik izleyen bir HDP, Demirtaş’ı başkan seçerek doğru bir strateji ve taktik izleme yeteneğinde olduğunu kanıtlayabilir.
Ama Demirtaş başarılı bir örgütçü ve stratej ve de taktikçi değildir. Örneğin iyi cevaplar verir Erdoğan’a insanların içlerindekinin en iyi şekilde tercümanı olur. Zaten bu nedenle de çok sevilir ve bir bayrak olmuştur. Ama iyi konuşmak, iyi cevaplar vermek, insanların dilinin ucunda olup söyleyemediklerini söylemek ve onların duygularına tercüman olmak başkadır, iyi bir stratej, taktikçi ve politikacı olmak başkadır.
Demirtaş maalesef bu yönden eksikliklerle maluldür.
Örneğin HDP’nin yapısal sorunları olduğuna dair bir tek sözü yoktur. HDP’nin nasıl bir programı olması gerektiğine dair bir şey söylememektedir. Nasıl mücadele biçimleri izlenmesi gerektiğine dair bir önerisi yoktur. Bunları açıkça tartışmaya çalışmamaktadır. Kongre’ye mektup yazacağım demektedir. Yani örgütün bugünkü yapısıyla bir sorunu yoktur.
Bir de Öcalan’ı göz önüne getirelim. Her konuşmasında, örgütüne en ağır eleştirileri yapar, ardı ardınca izlenecek politika, taktikler örgütlenme girişimleri hakkında önerilerde bulunur. Öcalan’la bir ilişki olduğu sürece bu eksiklikler görülmemektedir. Ama ilişki kopunca bu eksikler ortaya çıkmaktadır. Devlet bunu çok iyi bildiği için Öcalan’la her türlü ilişkiyi kesmiştir.
O halde, nasıl bir yapıyla bu eksiklikler asgariye indirilebilir diye soruyu sormak gerekir.
Soru şöyle de sorulabilir: Demirtaş’ın eksikliklerini dolduracak, tamamlayacak şekilde ilk elde neler yapılması gerekir?
Sorunun böyle koyulup açıkça tartışılması gerekir. Bizzat bu açıkça tartışmanın ve böyle koyuşun kendisi bile müthiş bir dinamizm kazandırır.
Gerek HDP, gerek Kürt Özgünlük Hareketi bu değişimleri yapmak zorundadır.
Kürt özgürlük hareketi başladığında dünyada internetin adı bile duyulmamıştı. Esas olarak köylü gençlerdi gerillalar. Ama iki nesildir şehirlerde yaşayan, cep telefonu ve sosyal medya kullanan bir gençlik var.
YPG savaşçıları bile cep telefonlarıyla, Google aracılığıyla pozisyon bildirip IŞİD’in mevzilerinin bombalanmasını sağlıyorlar. Savaş bile böylesine modernleşmişken, gerilla bile artık dağlarda değil, şehirlerde savaşırken, kırk yıl öncesinin sosyal ilişkilerine dayanan örgüt yapılarıyla hiçbir şey yapılamaz. Yani artık cebinde bir bilgisayar (cep telefonu) taşımayanın ve onu kullanmayı bilmeyenin savaşçı bile olamayacağı bir çağda yaşıyoruz.
Elbette örneğin eş başkan yardımcılıkları gibi formüller bulunmalı ve bunlara kimlerin getirileceği tartışılmalıdır. Bunlar yürüteceklerdir esas politikayı ve örgütü.
Bunda da şuna dikkat etmek gerekir. Bileşen hukuku diyerek Türk sosyalistlerinden birini seçme terk edilmelidir.
Türk sosyalistleri küçük bürokratik örgütledir. Hiçbir hayatiyetleri yoktur. Dolayısıyla bu onlar adına seçilen kişilere de yansımaktadır. Gerek Figen Yüksekdağ, gerek Serpil Kemalbay, ikisi de bileşen dengesi olarak seçildiler ama başarılı olamadılar. Hem de kadın olmalarına rağmen. Çünkü kendilerine bir özsu akıtacak canlı ve dinamik bir sosyal hareketle bağları yok ve onun ürünü değiller.
Türkiye’de canlı ve dinamik hareket olarak ne var son yirmi yılda. Kürt hareketi, Politik İslam ve Kadın Hareketi. Aslında politik İslam da Kürt Hareketi de Kadın hareketidir özünde.
Alevi ve laiklerde de son yıllarda bir dinamizmin izleri görülüyor ve Gezi aslında onların eseriydi ama bir birikimden yoksun oldukları için ne örgütlenme ne de önder çıkarabilme yeteneğini şimdiye kadar gösteremediler. Ciddiye alınabilecek bir tek bile ciddi kitap vela dergi yayınlayamadılar.
O halde, Eş Başkan Yardımcılarının (veya başka bir formülle tanımlanacak olanların) bu canlı hareketlerden gelmesi uygun olur.
İhsan Eliaçık, Ayhan Bilgen, Gergerlioğlu ve daha burada saymakla bitirilemeyecek bir teorik, entelektüel ve politik kişiliklerin politik İslam’dan çıkması bir rastlantı değildir. O halde bu canlı hareketle bağları olan örneğin Ayhan Bilgen gibi bir ismin, (ki son derece başarılıydı hapse alınmadan önceki dönemde) eş başka yardımcısı olması uygun olabilir.
Diğer eş Başkan’ın da Kürdistan’da yükselen kadın hareketinin özsuyundan beslenmesi ve onun ürünü olması gözetilmelidir. Burada bir isim veremeyiz çünkü burada bolluğun yarattığı bir zorluk karşısındayız.
Bileşen Hukuku gereğince Türk sosyalistlerine bir şey vermek gerektiğinden söz edenler olabilir.
Türk sosyalist örgütleri, bir zamanların ateşiyle yaşayan bürokratik, hayatiyetini yitirmiş yapılardır. Yaratıcı bir tek kitap yazmamış bu hareketlerden bir şey çıkmaz. Türk sosyalistleri özünde bir ayak bağıdırlar.
Türk sosyalistleri, Çatı Partisi önerilerinin olduğu zamanlar, belki Kürt Hareketinin Türklere verdiği mesaj için bir işlev görebilirlerdi ve Ertuğrul ve Sırrı gibilerle kısmen bu işlevi de görmüşlerdir. Ama artık işlevlerini bitirmişlerdir. Özel bir durumları kalmamıştır. İşlevleri tıpkı tulumbadan su çekmek için tulumbaya koyulacak bir maşrapa su idi. Bir katalizatör veya maya işleviydi.
Yerinde ve zamanında kullanılmak koşuluyla en öldürücü zehirlerden en şifalı ilaçlar yapılabilir. Bir süre böyle oldu. Ama yerinde ve dozunda kullanılmazsa en şifalı ilaçlar da en öldürücü zehirler olur. İşte şimdi onların durumu budur.
*
Afrin’den başlayıp niye HDP’ye ve onun sorunlarına geldik?
Çünkü sorun şudur:
Afrin’deki Türk müdahalesinin yenilgisi mi bizleri Ernoğan-Ergenekon diktatörlüğünden kurtaracaktır, yoksa biz mi yükselttiğimiz direnişle Afrin’e saldırmayı kafaya koymuş Erdoğan-Ergenekon ittifakını parçalayıp savaşı engelleyeceğiz?
İkinci yol daha az acılı, Afrin’de binlerce insanın ölmesini engelleyecek bir yoldur.
Bu yolun düğümü ise HDP’dir.
CHP içinde demokratik özlemler kendini dışa vurmaya başladı.
HDP de yanlış bir adım atmaz ise, bu ikisi de daha tutarlı ve demokratik bir çizgiye gelen güç Türkiye’deki dengeleri değiştirip daha az acılı bir yolu açabilirler.
Aksi takdirde, Afrin bizleri kurtarır ama Türkiye gibi büyük bir ülkede, halkın öz örgütlenmeleri olmadığı için, sonuç ikinci bir Suriye olmuş Türkiye olur.
İşte bu çok daha uzun ve acılı bir süreç demektir.
Bu nedenle, Afrin’e Türk ordusunun saldırısını engellemenin yolu HDP’nin yapısal dönüşümünden ve Demirtaş’ı aynı zamanda orada başkan olarak tutmasından geçiyor.
17 Ocak 2018 Çarşamba
Demir Küçükaydın
Bloglar:
Video:
Podcast:
İndirilebilir kitaplar:
Bu yazı ilk olarak şurada yayınlandı:

Hiç yorum yok: