16 Ocak 2016 Cumartesi

“4 maddelik Yeni Bildiri” Üzerine – Her şey Yanlış, Her şey Karmakarışık

Önce aşağıdaki haberi ve haberdeki bildiriyi okuyunuz:
“Aydınlardan 4 maddelik yeni bildiri: Erdoğan rejimi Kürtleri öldüremez; PKK kör terörle sivillere zarar veremez!
Güneydoğudaki çatışmaların bir an önce durdurulmasını talebiyle "Suça ortak olmayacağız" bildirisine imza atan ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından 'ihanet'le suçlanan 1128 akademisyen hakkında başlatılan soruşturmalar ve evlerine polis baskınları eşliğinde gözaltlılara tepkiler sürerken 4 maddelik yeni bir bildiri daha geldi.
Ankara Düşünceye Özgürlük Girişimi ve aralarından Prof. Baskın Oran'ın da bulunduğu 100'den fazla aydın, sanatçı, yazar ve aktivist tarafından hazırlanan bildiride Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'a yönelik tepki, 12 Eylül hatırlatması ve PKK'ya kör terör uyarısı var. "Erdoğan rejimi
bizzat yarattığı kargaşayı bahane ederek Türk halkına 12 Eylül'ü aratacak bir baskıyı asla uygulayamaz" bildiride, "PKK ise Kürtlerin imha edilmesi politikası ile mücadele ederken kör teröre kayarak sivillere zarar veremez" ifadeleri yer aldı.
Akademisyenlerin 4 maddelik yeni bildirisi şöyle:
1. Erdoğan rejimi bizzat yarattığı kargaşayı bahane ederek resmi ideoloji dışındaki farklı düşüncelerini ifade eden akademisyenler başta olmak üzere Türk halkına 12 Eylül'ü aratacak bir baskıyı asla uygulayamaz.
2. Hendekler ve barikatlar denilen olay bugünkü kargaşanın sebebi değildir. Kürtlere 1919'dan bu yana verilip tutulmayan sözlerin, son olarak da müzakere masasının devrilmesinin yarattığı hayal kırıklığının ve Kürtlere uygulana gelmiş boğucu baskının günümüzdeki koşulları sonucudur.
3. Erdoğan rejimi bunları bahane yaparak kendi Kürt vatandaşlarını öldüremez, zulmedemez, onurlarını ayaklar altına alamaz, cenazelerini zırhlı araçlar arkasında sürükleyemez, kentlerini harabeye çeviremez.
4. PKK ise Kürtlerin imha edilmesi politikası ile mücadele ederken kör teröre kayarak sivillere zarar veremez, kendi halkını çaresiz bırakamaz, iktidara daha büyük baskı uygulama fırsatı yaratamaz.
Bildiriye imza atan isimler şöyle:
Abud Can Adnan Cangüder  Adnan Chalma Kulhan  Adnan Genç  Ahmet Aykaç  Akın Atauz  Ali Çimen  Ali Fuat Karaöz  Ali Gökkaya  Arif Ali Cangı  Attila Tuygan  Aziz Tunç  Baskın Oran   Bora Kılıç  Bülent Tekin  Cennet Bilek  Deniz Aslan  Dursun Kahraman   Eflan Topaloğlu  Emin Keşmer  Ercan İpekçi  Erdal Doğan  Erdal Yıldırım  Erdoğan Aydın  Ergun Kuzenk  Erkan Arslan  Erol Özkoray  Fatime Akalın  Fatma Dikmen  Ferdan Ergut  Fikret Başkaya  Fikri Shakho  Fuat Çelik Gabriel Oussi  Garbis Hatemo  Garo Kaprielyan  Gökhan Kaya  Gül Gökbulut  Gülcan Koçer  Gün Zileli  Güngör Şenkal  Hakkı Aksak  Haldun Açıksözlü  Halil Poyrazlı  Halil Savda  Hanna Beth-Sawoce  Hasan Burgucuoğlu  Hasan Cemal  Hasan Zeydan  Hovsep Hayreni  Hüseyin Habip Taşkın  İbrahim Seven  İbrahim Yurtsever  İsmail Cem Özkan  İsmail Özşahin  Kadir Cangızbay  Kadriye Barsamian  Kamil Aksoylu  Kazım Genç  Kazım Kalo Altun Kenan Yılmaz   Lale Dilligil  Mahmut Cantekin  Mahmut Konuk  Mebuse Tekay  Mehmet Aydoğdu  Mehmet Uluışık  Memik Horuz  Meral Saraç Seven  Mesut Gerez  Murat Kuseyri  Mustafa Sütlaş  Mükerrem Peyker  Nadya Uygun  Necati Abay  Necmiye Alpay  Nesrin Korkusuz  Nesrin Nas  Nidal Hawari  Nur Sürer  Oktay Etiman  Orhan Oğuz  Özcan Metin  Özcan Soysal  Pınar Ömeroğlu  Rabia Mine  Raffi A. Hermon  Ramazan Gezgin  Recep Maraşlı  Rüstem Ayral  Sabri Yıldız  Sait Çetinoğlu  Sait Eser  Sennur Baybuğa  Serdar Koçman  Serhat Alpar  Sinan Canlı  Suzan Samancı  Şanar Yurdatapan Tuncay Ayaz  Vahan Altıparmak  Yener Orkunoğlu  Yılmaz Demir   Zeynep Tozduman” (link)
Bu imzalar içinde, Oktay Etiman gibi çok değer verdiğim birçok isim var. Bu isimleri görmeseydim, bu bildiri hakkında aşağıdaki satırları yazma gereği görmezdim.
Bu imzalar şunu düşündürüyor: Türkiye’nin en kalburüstü aydınları ve devrimcileri bile hala demokrasinin, yurttaşlığın en temel bazı özellikleri ve kavramları hakkında açık bir anlayıştan yoksunlar. Çok farklı kategorilerden sorunları birbirine karıştırıyorlar. Bilerek ya da bilmeyerek, bu devletin anti demokratik kavrayışını onaylamış ve benimsemiş bulunuyorlar.
Bu bildiride yanlış olan ne?
Her şeyden önce kategoriler karıştırılıyor. Hukuki kategorilerle politik kategoriler karıştırılıyor.
Hukuki bir sorunla; politik bir sorunu karıştırıyor.
Bir hakkın savunusuyla ve kullanımıyla; politik bir tavrı karıştırıyor.
Ve bu karıştırma, bu bildiri somutunda, nesnel olarak, PKK’nın da kınanmasını isteyen ve dayatan faşist Erdoğan-Ergenekon ittifakının anlayışını kabullenmeyle sonuçlanıyor.
Yani politik olarak bir hakkın savunusuymuş gibi yaparken o hakkın gasp edilmesini, bilerek veya bilmeyerek ama nesnel olarak, onaylıyor.
Ne demek bütün bunlar. Biraz açalım.
Hükümetin “PKK’yı niye kınamıyorlar” eleştirileri ve buna dayanan tehditleri karşısında her zaman şunun denmesi gerekirdi:
“PKK bizden vergi almıyor. Bizler onun politikalarını ve yaptıkları işleri belirleme durumunda değiliz, o kendini bizlere bir hukukla bağlamış değil. Bizler PKK’nın yurttaşları değiliz. Ama bu hükümet bizlerden aldığı vergilerle yaşıyor. Bu devlet aygıtı bizlerden alınan vergilerle bütün bu hükümetin uygulamalarının ve politikalarının aracı olabiliyor. Bu devlet ve hükümet, kendisinin yasalarla bağlandığını kabul ediyor. Bütün bunlara dayanarak, bir yurttaş olarak bunlar hakkında konuşma hakkım ve görevim vardır. Bu yurttaşlık görevimi yapıyorum. PKK karşısında bir hakkım ve görevim yoktur. PKK bize karşı kendini hukukla bağlamamıştır. O benim vergilerimle yaşamıyor.
PKK’yı kınamamızı istemenin kendisi de ayrıca, yurttaşların fikir özgürlüğüne bir saldırıdır.
Çünkü devletin görevi insanların PKK hakkında en farklı görüşleri bile ifade edebilmesini garantiye almak; bu hakkı savunmaktır. PKK hakkında herkesin politik veya ideolojik farklı bir görüşü olabilir. Bu bizim temel yurttaşlık hakkımızdır. Kınama isteme belli bir görüşün benimsenmeye zorlama anlamına gelir. Dolayısıyla PKK’nın kınanmasını istemeyi de temel yurttaşlık haklarına bir tecavüz olarak görüyor, kabul etmiyor ve protesto ediyorum.”
İşte doğru tavır ancak böyle bir tavır olabilirdi. Buna en yakın akıl yürütmeyi sadece Ahmet İnsel’de görebildik.
Ahmet İnsel, PKK’yı neden eleştirmiyorsunuz sorusuna şu cevabı vermiş:
"PKK'nın yaptığı eylemlerin eleştirilmesiyle devletin yaptığı eylemlerin eleştirilmesi aynı düzlemde ele almamak gerekir. PKK terör yöntemlerini kullandığı sürece TCK'nın öngördüğü suçları işleyen kişilerin bulunduğu bir örgüttür. Benim PKK ile bir ilişkim yok, ama devletle var. Ben Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olarak devletin ona çizilmiş olan yasalar ilkeler temel hak ve özgürlükler sınırlaması içinde davranmasını beklerim."
(link)
*
Biliyorum, genellikle bir metni imzalayanlar ona bakmadan, üzerine düşünmeden imzalarlar. Sözün nereye gittiğine pek bakmazlar, önemli olan belli bir durumda bir tavır göstermek veya destek çıkmak olur.
Ama bütün bunlara rağmen, bu bildiri somut olarak, tam da hükümetin istediğini yapmak; Hükümeti ve PKK’yı birlikte kınamak anlamına gelmektedir.
Bunu yaparken de hükümetin bunu isterkenki temel mantığının nasıl faşist bir anlayışı yansıttığını es geçmektedir. Bütün o ilk üç maddedeki kabadayılıklar, o son cümle ile fos çıkmaktadır.
Karıştırılan temel sorun şudur.
Hükümeti protesto etme veya onu benimseme bir yurttaşlık hakkı ve görevidir. Bu hakkı kullandığı için kimse suçlanamaz.
Bu hukuki bir hakkın kullanılmasıdır.
Hükümet bu hakkın kullanılmasını engellemeye; bunu koşula bağlamaya çalışmaktadır. Yani fiilen hakkı gasp etmektedir böyle yaparak.
PKK’nın şu veya bu şekilde eleştirisi ise, bir hukuki hakkın kullanılması anlamına gelmez.
Bu politik bir tavır olabilir. Örneğin, PKK’nın mücadele ettiği amaçları benimseyen, Türk devletinin yenilgisini isteyen bir insan da pek ala, bugünkü PKK’nın izlediği stratejinin Türk devletini güçlendirdiği; Türkiye’deki demokratik hareketin yenilgisine yol açacağı gibi bir noktadan PKK’yı eleştirebilir. Ama bu politik ve stratejik bir eleştiridir.
Keza, PKK karşısında hükümetin politikasını, PKK’ya hizmet ettiği için de eleştirebilir bir Türk devletinin ve milletinin bekasını isteyen biri. Ama bu da politik bir eleştiri olur.
Bunlar ancak içerikleri bakımından farklı tarafların içinde tartışılabilirler ama bir hakkın kullanılmasıdırlar; içerdikler hakkın kendisini ortadan kaldırmaz. Hukuk biçim üzerinden iş görür ve görmek zorundadır.
Ya da tam tersine, Türk devleti ve hükümetini savunan biri, bırakalım PKK böyle yapmaya devam etsin, böylece tecrit olurlar ve onlara karşı daha kolay, daha az kayıpla zafer kazanabiliriz diyebilir ve tam a bu nedenle PKK’nın politikasını savunabilir.
Bütün bunlar içerikleriyle, hukuki bir hakkın kullanımı anlamına gelmezler, belli bir politik çizginin savunusu anlamına gelirler; ama eylem olarak, yani yazı ve söz olarak, bir hakkın kullanımıdırlar. Devletin görevi içeriğinden bağımsız olarak bu hakkı ve kullanımını garanti etmektir.
Devletin kendini bağladığı görev bu farklı politik görüşlerin tamamen serbestçe ifadesini sağlamaktır.
(Bu arada şunu da belirtelim. Buradaki sorun sosyolojik olarak devletin ne olduğu da değildir. Kimi Marksistler devletin görevinden söz eden yukarıdaki satırlar karşısında “Devlet hakim sınıfın baskı aracıdır. Böyle yapması normaldir” diyerek, farklı kategorileri karıştırma yanlışını başka türlü yaparlar genellikle. Hukuki bir sorun ile sosyolojik bir sorunu; yurttaşın hukuki olarak hak ve görevleri ile sosyolojik olarak devletin ne olduğu konularını karıştırırlar ve en temel hakların kullanılması ve savunulmasından keskin sözlerin ardına gizlenerek kaçmış olurlar.)
PKK’nın politikasını hükümete karşı; hukuki haklardan doğan bir bildiri içinde onu aynı şekilde kınamak; politik bir tavrı hukuki bir hak ve görevmiş gibi ele almaktır.
Eğer böyle ise, bunun da mantık sonuçlarına götürülmesi gerekir.
Görev olmadan hak, hak olmadan görev olmaz.
PKK’yı kınamak için, PKK’ya da vergi vermek; PKK’nın politikalarını belirleyecek mekanizmalar (PKK’nın yöneticilerini seçmek için seçimler yapmak falan gibi) olması vs. gerekir. PKK’nın kınanmasını istemek bundan daha az saçma değildir. Bu saçmalık karşısında boyun eğilmektedir.
Türkiye’de demokrasi mücadelesinin bu kadar zayıf olmasının nedeni maalesef bu en temel ayrımların bile yapılamamasıdır.
İşte CHP de tam da bu ayrımı yapmadığı için hükümetin karşısında sessiz kalmakta ve sesini çıkaramamaktadır.
Demokrasi her şeyden önce yurttaşın devletten hesap sorma hakkıdır.
Bu hak, belli politik tavır alışlara bağlandığında orada demokrasiden değil; diktatörlükten söz edilebilir.
Demir Küçükaydın

16 Ocak 2016 Cumartesi

Hiç yorum yok: