(Günlerdir genel olarak Strateji
ve Taktik üzerine yazıyoruz. İlerde Strateji ve taktikler konusunda geçmiş
tartışmaları ve dersleri; sonra da bugünün Strateji ve Taktiklerini ele almayı
planlıyoruz. Ama şu sıra çok büyük önem kazanmış bulunan “hendek siyaseti”
denilen gelişmeleri de göz önüne alarak, aktüel bir sorundan hareketle Strateji
ve Taktik ilişkisini ele alalım. Hendek siyaseti ya da taktiği, adı üstünde bir
taktik; bir mücadele biçimidir. Her taktik hizmet ettiğini iddia ettiği
strateji bağlamında değerlendirilmelidir. Strateji ve program konusunu ele
almadan, sanki aynı program ve stratejide anlaşılıyormuşçasına bu taktiği veya
mücadele biçimini eleştirmenin hiçbir anlamı olmadığını; belli bir strateji ve
program içinde onun bir rasyonalitesi olduğunu ve olabileceğini somut olarak
görelim. Ama önce biraz geçmişe gidelim.)
Bu satırların yazarı her zaman Kürtlerin haklı
mücadelesini, hiç kıvırmadan, açıkça desteklemiştir. Hem de en zor
zamanlarında.
Ama Kürtler içinde de farklı sınıflar ve onların
farklı program ve stratejileri vardır. Bir kısmı Kürtlerin üzerindeki baskının,
onların ayrı bir devlet kurmasıyla ortadan kaldırılabileceğini; bir kısmı ise;
ulusçuluğun bir çıkmaz olduğunu; demokratikleşme aracılığıyla ulusal baskılara
son verilebileceğini savunur.
Kürtlerin ayrı bir devlet kurması, elbette Türk
devletinin ancak ciddi bir tecridi ve yenilgisiyle mümkün olabileceğinden, Kürtlerin
böyle bir zaferinin ve Türk devletinin böyle bir yenilgisinin, nesnel olarak
Türkiye’de demokratikleştirici bir etkisi olur.
Bu nedenle, her Türk milliyetçisi, yani Türklerin
demokrasi içinde ve müreffeh bir ülkede yaşamasını isteyen her Türk, Kürtlerin
ayrı bir devlet kurmasını savunur ya da savunmalıdır. Kürtlerin ayrı devlet kurmasını
ve ülkenin bölünmesini savunmak, Türk milliyetçiliği ile çelişmez; aksine bunu
gerektirir.
Çünkü bu devlet, iyice zayıflamadan, hatta bu askeri
ve bürokratik yapı parçalanmadan, Türkiye’de demokrasinin D’si, dolayısıyla
refah ve haklara dayanan bir yaşam mümkün olmaz.
Zaten gerçek Türk milliyetçisi olan sosyalistler de, (kimseyi
kendisi hakkındaki yargılarla yargılayamayız, Bugün Türk milliyetçisi denenler
aslında ırkçılardır; Türk milliyetçiliğinin düşmanıdırlar.) en azından söz
düzeyinde, “Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkı”nı;
yani Kürtlerin ayrı devlet kurma hakkını
savunurlar.
Ancak Kürtler içinde, yoksullara, kadınlara, gençlere
dayanan daha plebiyen ve daha demokrat denebilecek, Öcalan ve PKK’nın savunduğu
bir çizgi daha vardır.
Bu çizgi, Türkiye ve Orta Doğu’da, bir demokratik
devrim veya köklü demokratik değişiklikler aracılığıyla da, Kürtlerin
üzerindeki baskıya son verilebileceğini savunur ve bu hareket Türkiye’de ve
Suriye’de en güçlü harekettir.
Böyle bir program, ister istemez, demokrasi programı
etrafında kendini ezen ulusun ezilenlerini ve gayrı memnunlarını da kazanma
stratejisi izler.
Biz de egemen ulustan bir demokrat olarak, her zaman
Kürt hareketi içinde bu çizgiyi daha doğru ve akıllıca bulduğumuzdan, Türk Devletine
karşı genel olarak Kürtleri; Kürtler içinde de ulusalcı çizgiye karşı, nispeten
daha demokratik ve plebiyen bu çizgiyi destekledik.
1970’lerden beri yazdığımız yazılar da bu çizgimizin
belgeli kanıtıdır. Bu nedenle, zaman zaman yirmi otuz yıl önce yazdığımız
yazıları bile şimdi hiç çekinmeden ve olaylarca doğrulanmışlığını göstermek
için yayınlarız. 8 Haziran 2015 tarihine, yani 7 Haziran seçimlerinin ertesi
gününe kadar, bütün gelişmeler de hem bu stratejimizin ve hem öngörülerimizin
doğru olduğunu kanıtladı.
Elbette bütün bu dönem boyunca, Öcalan ve PKK, zaman
zaman bize göre yanlış taktikler veya stratejiler izlese bile, egemen ulustan
bir sosyalist olduğumuz için, onların haklılığına vurgu yapma yolunu tercih
etmişiz; istisnai durumlar dışında, bu eleştirilerin ezilen ulusun hareketinin
içinden birilerinin dile getirmesini beklemiş ve tercih etmişizdir. Kürt
Hareketine eleştiri yapacak yerde Türk Sosyalistlerini eleştirmişizdir. Kürt
hareketinin iyi kötü öğrenme ve kendini yenileme yeteneği olduğunu; Kürt
özgürlük hareketine adam gibi bir örnek sunsalar, Kürt hareketinin bugünkü zaaf
ve yanlışlarından çok daha kolayca kurtulabileceğini söylemişizdir.
Bu çizgi hem Türk sosyalistlerince, hem de PKK
tarafından hiçbir zaman hoş karşılanmamıştır.
Türk sosyalistleri bu çizginin varlığında kendilerinin
varlığına karşı bir tehdit görmüşlerdir. O nedenle, alayla, susarak,
engelleyerek, yok sayarak ona karşı mücadele etmişlerdir ve ederler.
Kürt hareketi ise, bir yandan böyle açık ve net bir
destekten memnun olurken, diğer yandan kendisi karşısında, belli yakınlıkla ve
paralellikler olsa da bağımsız bir program, stratejisi olan; sözünü sakınmayan ve
kendisiyle hiçbir gücü olmamasına rağmen aynı göz hizasından konuşan bu
çizgiden her zaman rahatsızlık da duymuştur. Kürt hareketi elbette Türk
sosyalistleri gibi kıçına hayranlıkla bakan “bileşenler” ve muhatapları her
zaman tercih eder ve etmiştir. Bunlar da Türk liberalleri ve gerçek Türk
milliyetçisi olan Türk sosyalistleridir.
Ancak biz dışımızdaki güçlerle ilişkilerimizi, o
güçlerin bize davranışlarına göre değil; nesnel toplumsal konumları, çıkarlarına
ve eğer somut örgütler vs. söz konusuysa, program ve stratejilerine göre belirlediğimizden,
bu desteğimizden adeta rahatsız olan ve itici tavırlar, bizim stratejik
duruşumuzu etkilememiştir ve etkilemez. Özgürlük Hareketini, kendisine rağmen
desteklemeye devam etmişizdir ve etmeye devam ederiz.
Bütün bu uzun yıllar boyunca, bizim temel önermemiz
bir bakıma şu olmuştur: Kürt hareketinin yanlışlarının temel suçlusu, Türk
sosyalistleridir.
Ve bütün bu yıllar boyunca, Kürt Hareketi esas Türk
sosyalistlerinden her zaman daha doğru ve akıllıca bir çizgi izlemiştir. O
nedenle bütün rezervlerimize rağmen, hep Öcalan ve PKK’nın temsil ettiği
çizginin, esas olarak büyük stratejik ve taktik hatalar yapmayacağına ilişkin
bir güven beslemişizdir. Genellikle sonradan Öcalan ve PKK tarafından da hata
olarak tanımlanmış çizgiler, bu çizgiye karşı eğilimlerin ağırlık kazanmaları
sonucu ortaya çıkmıştır. Yıllar boyunca bunda pek yanıldığımızı da pek
görmedik.
*
Eskiden legal siyaset yapanların politikalarına, konuşmalarına
bakar ve sık sık şunu söylerdim: “İyi ki Kandil var, iyi ki
gerilla var. Bunlara kalsa yandık.”
Ancak şu 7 Haziran seçimlerinin ertesi gününden beri,
Kürt Hareketi de, tıpkı Türk Sosyalistleri gibi akılsızca hareket etmeye
başladı. Artık tanıyamıyorum. Nasıl oldu da o akıllı politikaları,
stratejileri, taktikleri izleyen insanlar, Karayılanlar, Bayık’lar ve
diğerleri, özellikle ilk kurucu kuşak, böyle akıl almaz bir politik çizgiyi
izler hale geldiler? Aylardır kafamdaki en büyük sorun bu değişimi açıklayabilmek.
Düşünün, yıllardır bütün stratejinizi; ezen ulusun
ezilenlerini kazanmak, böylece demokratikleşme sağlayıp o yoldan Kürtlerin
üzerindeki baskıyı kaldırmak üzerine kurmuşsunuz. Bütün taktiklerinizi bu
stratejiye tabi kılmışsınız. 7 Haziran seçimlerinde tam da bu stratejiniz göz
alıcı bir başarı kazanmış ve siz ertesi günü bunu terk ediyorsunuz.
Ayrıca Tarih sizin önünüze olağanüstü elverişli
koşullar sunmuş. Karşınızda Erdoğan gibi aslında İslamcı bir Türk milliyetçisi
olduğu için, şeriat korkusuyla bütün laik ve Alevileri sizin yanınıza adeta
iten ve itecek; her alanda iflas etmiş veya etmek üzere, size zaferi altın bir
tabak içinde sunacak bir hedef var. Özgürlükleri tutarlı savunmanız; AKP’ye
hala geçmiş dönemin anısıyla destek veren işçileri ve giderek
memnuniyetsizliğini dışa vuran demokrat Müslüman kesimleri de (ki işçiler ve
bunlar özdeştir aslında) kazanmanızı sağlayacak. Birden bire nüfusun çok büyük
bir kesimini kazanarak bir demokratik devrim veya köklü dönüşümler yapılabilir.
Ama siz tam da bunun ertesi günü Ateşkes bitmiştir
diyorsunuz.
Böylesine kör parmağım gözüne bir intihar politikası
nasıl olabiliyor? (Önceleri bunu, hükümete baskı yapmak ve aslında Ateşkesi hükümetin
bitirdiğini fiilen göstermek için taktik ve pedagojik bir hamle gibi görme
eğilimindeydim ve ciddiye almamıştım. Ama aradan geçen zamanda, geriye bakınca
böyle olmadığı görülüyor.)
Sanki onlarca yıldır bu mücadeleye öncülük etmiş o
kadrolar gitmiş, yerlerine 7 Haziran gecesi, başka birileri geçmiş gibi. Askerlik
ve politika sanatının alfabesini bile ayaklar altına alan hatalar yapıyorlar.
Ne oldu bu insanlara? Bunca yıldır öğrendiklerini toplu halde unuttular mı?
Ama işin ilginci bu hatalar neredeyse sadece
Türkiye’deki mücadeleye yönelik. Suriye ve Irak’ta izledikleri politikalara ve
taktiklere bakınca hiç de böyle bir durum görünmüyor.
Neden böyle? Bunu izah edemiyorum. Bu konuda birkaç
yazı da yazdım. Örneğin “İsyanla
Oynanmaz”; “PKK
Ne Yapıyor? Bir Anlamaya Çalışma Denemesi” gibi. Ama yine de
nasıl böyle yanlış bir politika izlediğini açıklayamıyorum.
Bugün izlenen strateji, Öcalan’ın yıllardır
oluşturduğu çizgiyi de reddediyor ve ortadan kaldırıyor. Onlarca yılın bütün
birikimi ve emeği şu birkaç ayda havaya uçuruldu ve uçuruluyor. PKK intihar
ediyor.
Bu intihar kendisini ilgilendirse sorun yok. Ama koca
bir halkı, hatta bölgenin insanlarının kaderini ilgilendiriyor.
Bu nasıl açıklanabilir? Rasyonel bir açıklama
arıyorum.
*
Kandil’in ve PKK’nın bugün izlediği politikayı
kimileri, gücünü abartma ve kendini beğenme; durumu yanlış değerlendirme olarak
açıklamayı deniyor.
Bu açıklamanın iki eksiği var. Eğer kendini beğenme ve
gücünü abartma varsa, bunun Suriye ve Irak’taki politikalara da yansıması
gerekir. Oralarda böyle bir durum söz konusu değil.
Öte yandan, bunca yılın tecrübeli önderlerinin, bu
kadar kolay bir biçimde böyle hata yapabilmeleri de pek rasyonel görünmüyor.
Özetle bu psikolojik açıklamalar, tatmin edici
olmaktan uzak.
*
Bir diğer açıklama olanağı daha var. Kandil ve PKK, büyük
baskılar altındalar ve işin kontrolden çıkmasını engellemek için, “kriz
yönetimi” yapmayı deniyorlar.
Biraz bunu açıklamayı deneyelim.
Hapiste yatanların başına çok gelmiştir böyle
durumlar. Birileri çıkar, hiç olmayacak bir yerde, bir açlık grevi başlatmak
ister. Bu ne talebe uygun bir mücadele biçimidir; ne de başarısı için koşullar
vardır. Yanlıştır. Ama karşınızda şöyle bir durum vardır. Yanlış olmasına
rağmen, o greve katılmadığınız takdirde, sizin grev kırıcı durumuna düşmeniz ve
ayrıca bu bölünmeyi idarenin grevi ezmek için kullanması, dolayısıyla sizin
durumunuzun da daha da kötüye gitmesi olasılığı vardır. Bu durumda hiçbir şekilde
doğru bulmamanıza rağmen, açlık grevine, hem de onu savunanlardan daha büyük
bir ciddiyetle siz de katılırsınız ki, kayıpları ve yanlışı asgari düzeyde
tutup, gelişmeleri olumlu bir şekilde etkileyebilesiniz bir konumda bulunabilesiniz.
Dışarıdan bakınca, sanki siz de, hem de o kadar
ciddiyetle sürdürdüğünüze göre, bu tamamen yanlış açlık grevini savunuyor ve
uyguluyor görünürsünüz. Ama aslında siz o yanlışı; en azından kontrolden
çıkmasını engellemek için, ince bir taktiği uyguluyorsunuzdur.
Bugünkü akıl dışı görünün yanlışları açıklamak için
birinci açıklama böyle bir şey olabilir.
Türkiyelileşme stratejisi ve seçim başarısı, Kürt ulusalcılarının
paradigmasını, yani sorunu Türkiye ve Bölgenin demokratikleşmesi aracılığıyla
ulusal baskıdan kurtulmak değil; Kürtlerin ayrı bir devlet kurmasıyla ulusal
baskıdan kurtulmak, stratejisini adeta diskalifiye etmişti. Tümüyle gündemden
düşürmüştü. Ancak bu ulusalcı damar, hareket içinde, bu hala çok güçlü bir
damardı. Hatta en “Apocu”larda bile böyle bir damar her zaman vardı. Bu damar
adeta ölmemek için ölümüne bir saldırıya geçti. Buna varoşların gençlerinin isyanı
da eklendi ve hatta Kürt ulusalcıları bu isyanı da yedeklerine aldılar ve
baskıyı arttırdılar.
Bütün bunlara bir de muhtemelen Irak, Suriye ve Ortadoğu’daki
dengeler nedeniyle, yani Türkiye’nin Sünnileri ve IŞİD’i desteklemesi
nedeniyle, İran’ın da, Türkiye’nin IŞİD’i desteğine karşı onu zayıflatmak için,
PKK’yı zorlaması da eklenince, PKK önderliği ve Kandil, bu güçlerin baskısına
karşı direnecek kadar güçlü olmadığı için, karşıdan göğüsleyip bölünmeye ve
daha büyük zararlara yol açmaktan ise, onu yöneterek asgari bir zararla
kapatmanın yollarını bulmak çabasıyla, bu çizgiyi yönetmeye soyundu. Bu nedenle,
dışarıdan böylesine akıl almaz ve yanlış bir politikanın uygulayıcısı gibi
görülmektedirler.
Eğer Kandil hala Öcalan’ın projesine bağlıysa, bugünkü
çizginin tek rasyonel açıklaması böyle veya buna benzer bir açıklama olabilir.
Her taktik ancak tabi olduğu strateji bağlamında
anlaşılabilir ve değerlendirmelidir.
Kandildekiler aptal olmadıklarına göre, Öcalan’ın stratejisine
hala savundukları varsayıldığı taktirde, şu an dışarıdan akılsızca gibi görünen
yanlışları doğru bir taktik olarak açıklamanın tek biçimi budur. Engellemeye gücün
yetmediği bir yanlışı, kontrolü elden kaçırmadan sürdürerek, zararı asgari
düzeyde tutmaya çalışmak.
*
Ancak ikinci bir rasyonel açıklama daha vardır:
Kandil, Öcalan’ın çizgisini terk etmiş, ona karşı bir savaş ve tasfiye harekâtına
girmiştir. Tabii bütün karşı devrimlerde olduğu gibi, bu da devrimin
bayrağıyla, yani Öcalan’ın bayrağıyla yapılmaktadır.
Türklerin ezilenlerini kazanmak; Türkiye’de demokrasi
mücadelesi yürüterek Türkiye’deki bir demokratik devrim aracılığıyla Kürtlerin
de üzerindeki ulusal baskıya son vermek; çizgisi terk edilmiş; Kürtlerin ayrı
bir devlet kurması çizgisi esas önceliği almıştır. Bunun için uluslar arası koşulların
da olağanüstü uygun olduğu düşünülmektedir. Bugünkü taktiklerin esası aslında hem
Öcalan’ın terminolojisini kullanarak, aslında fiilen Öcalan’ı tasfiye etmek; ayrıca
onu bayrak olarak kullanarak bütün günahı da onun çizgisine yüklemek. Böylece Kürt
hareketini, bütünüyle ayrı Kürt devleti kurma paradigmasına hapsetmek; Türklerin
ezilenlerini kazanma stratejisinin yükünden kurtulmak.
Bu amaç açısından, böyle bir strateji açısından
baktığımızda, “Hendek siyaseti” denenin son derece zekice ve rasyonel bir
taktik olduğu görülmektedir. Böylece onlarca yıldır, PKK’nın egemenliğinden;
Öcalan’ın programatik egemenliğinden şikâyet eden Kürt ulusalcıları şu birkaç ayda,
onlarca yılda kaybettikleri mevzileri tamamen yeniden kazanmışlar; Öcalan ve
PKK çizgisini olmamışa döndürmüş bulunuyorlar. Hem de bunu Öcalan’ın bayrağıyla
yapıyorlar. Tıpkı Muaviye'nin İslam bayrağıyla İslam’ı; Stalin’in Lenin
bayrağıyla Lenin’i gömmesi gibi.
Türk sosyalistleri de, her zaman olduğu gibi, yapılan
yanlışa karşı hiç ses çıkarmayarak Kürt ulusalcılarına, Öcalan’ın çizgisini
olmamışa çevirmelerinde destek olmaya devam ediyorlar.
*
Liberaller falan hep eleştirilerini “hendek siyaseti”
denen mücadele biçimi üzerinden yürütüyorlar. Bu tipik liberal hastalığıdır.
Güçleri sanki aynı amaçları paylaşıyorlar; aynı stratejide anlaşıyorlarmış gibi
ele alarak, argümanlar aracılığıyla köşeye sıkıştırmaya çalışırlar.
Biz devrimciler olaylara böyle yaklaşamayız. Biz daima,
strateji ve program sorunlarını gündeme taşıyarak, o strateji ve programlar
bağlamında taktikleri değerlendirme ve tartışma yoluna girmeye; gündemi buraya
çekmeye çalışırız.
Görüldüğü gibi, bu irrasyonel görünen siyasetin
birbirine zıt program ve stratejilere göre bile bir rasyonalitesi olabilir. Ama
çok açık bir şey var. Şu an Kürt ulusalcıları tam bir ilerleme ve başarı elde
etmiş bulunuyorlar. Son otuz yılda elde ettiği tüm mevziler yitirilmiş
bulunuyor.
Bunu somut olarak görelim.
Bunu somut olarak görelim.
Bu aralar çok revaçta olan bir söylem ulusalcılığın
nasıl egemen olduğunu; ulusalcı paradigmanın nasıl egemenlik kurduğunu çok iyi
gösterir.
Bilindiği gibi, Gezi’de Türk ulusalcılarının dilinden
düşürmediği bir söz vardı. “Kürtler nerede?” Ya da sonradan “Kürtler Gezi’de
neredeydi?” Kürtler oradaydı ama varsayalım ki yoktular.
Gerçek bir demokratın sorusu, bir devrimcinin sorusu, “Kürtler
nerede?” diye sitem etmek olmaz ve olamaz. Bu aslında Kürt hareketine ve
Kürtlere düşmanlığın tohumunu ekmekten başka bir işe yaramaz.
Gezidekiler demokrat olsaydılar veya Gezi’deki
demokratlar ise şu soruyu soruyorlardı; “Kürtleri kazanmak için ne yapmalıyız?”
“Kürtlerin mücadelesiyle bu mücadeleyi nasıl birleştirebiliriz?”
Gezi’de “Kürtler Nerede” diyen başlangıçtaki çevreler;
eylem içinde eğitimle bu sorudan uzaklaşıp; Kürtleri nasıl kazanmalı;
mücadeleyi nasıl birleştirebiliriz’e geldiler ve Kadıköy’de Lice katliamından
sonra Lice için Kadıköylüleri Lice için yürüttüler; yaşlı Laik-Kemalist teyzelerin bile Kürtçe
slogan atmasını sağladılar.
Yani sizin programınız gerçekten demokratikleşme ve
bir demokratik devrim ise, nesnel olarak bundan çıkarlı olan güçleri kazanma gibi
bir derdiniz, bir stratejiniz olur. Nerdesin diye sitem etmez, onunla ilişki
kurmaya; onu kazanmaya çalışırsınız.
Şimdi benzerini tersiden görüyoruz. “Kürdistan’da
insanlar ve şehirler bombalanırken, yok edilirken batı nerede?” diye yüzlerce
paylaşım görüyoruz.
Sitemle tarihin hiçbir döneminde bir gücün kazanıldığı
görülmemiştir. Öte yandan bu sitemler nasıl Türk ulusalcılarının Kürtlere karşı
düşmanlığının ve onları tecrit etmenin; demokrasi paradigmasının yerine
ulusalcı paradigmayı egemen kılmanın aracı idiyse, bugünkü “Batı nerede? Veya “Türkler
nerede?” söylemi de aynı şekilde, demokrasi paradigmasının yerine; ulusalcı
paradigmayı egemen kılmanın aracıdır.
“Kürtler nerede?”
nasıl Türk ulusalcıların söylemi idiyse, “Türkler nerede?” de aynı şekilde Kürt
ulusalcılarının söylemidir. Çünkü ancak Türk veya Kürt ulusalcısı bir paradigma
içinde bu soru sorulabilir.
Demokratın soracağı soru ise şudur; Türkü veya Kürdü
bu mücadeleye hangi taktik, program, strateji ve örgüt biçimleriyle
kazanabilirim; nasıl bu farklı mücadeleleri birleştirebilirim?
Soru böyle sorulduğu an, günün acil sorusu, somutta şu
hale gelir: Erdoğan’ın Sünni Emevi İslami emperyalizm hayallerine muazzam bir
tepki duyan laikleri ve Alevileri ilk elde kazanıp, yeniden ortak bir mücadele
cephesi oluşturacak, parolalar, taktikler, mücadele ve örgüt biçimleri neler
olabilir sorusu olur. Soruyu böyle sordunuz mu, cevaplar kolayca ortaya çıkar.
Cevap elbet “hendek siyaseti” denen taktik olamaz.
Soruyu doğru sormak çözümün yarısıdır.
Türkler nerede? Tıpkı “Kürtler nerede?” gibi yanlış
bir sorudur. Bu ulusalcı paradigmanın sorusudur. Vereceğiniz cevap ne olursa
olsun o paradigmaya hizmet eder.
Yanlış bir sorudur.
Batı’yı nasıl kazanabiliriz, mücadeleyi nasıl
bileştirebiliriz; onları nasıl demokrasi mücadelesine çekebiliriz olmalıdır.
Batı’nın “Kürtleri nasıl kazanabiliriz?”in; “Kürtlerin
ulusal baskıya karşı mücadelesiyle Buradaki demokrasi mücadelesini nasıl birleştirebiliriz?”
sorusunun cevabı da, Ulusun Türklükle tanımlanmış olmasına nasıl son verebiliriz?
Türk sorununu nasıl çözebiliriz soruları olabilir.
Demir Küçükaydın
15 Aralık 2015 Salı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder