30 Aralık 2015 Çarşamba

Demokrasi Mücadelesinin ve/veya HDP’nin Sorunları (2) - Ayrı Diller Sorunu (Babil Kulesi, Çin Yazısı, Piktogramlar )

Kutsal kitapta anlatılan insanların birbirinin dilini anlayamamaları ile ilgili Babil Kulesi öyküsü, aslında sanıldığından çok daha doğru olarak gerçeği aktarır.
1960'larda, Türkiye'de Sol ve Demokratik muhalefetin dili ortaktı. Ne kadar farklı programları savunsalar da aynı dil ve kavramlar içinde yapıyorlardı bunu. Dolayısıyla herkes her söyleneni anlıyordu. Sol hareket, tıpkı Babil kulesini yaparak göğe erişmeye çalışan hükümdar gibi, neredeyse güneşi feth edecekmiş gibi görünüyordu.
Ne var ki 1975'lerden sonra sol harekette diller farklılaştı. Program ve stratejiler artık aynı dille değil, farklı dillerle ifade edilmeye başlandı. Kimse birbirinin dilini anlamaz oldu. Belki aynı şeyleri söylüyorlar, aynı programları savunuyorlardı; ama bunu her hareketin, her fraksiyonun, kendi özel dili ve varsayımları içinde, ancak o jargonu çok iyi bilenlerin anlayabileceği bir dille yapıyorlardı.

Bu eğilim bir kere ortaya çıkınca, bir süre sonra kendini üretir ve besler oldu. Çünkü artık genç kuşaklar, rtık ülke çapındaki bir geniş sosyal hareketin diliyle değil; bu birbirinden ayrılmış dillerin, farklı sol grup ve örgütlerin kendi varsayımlarının dünyası içinde politize oluyorlar örgütleniyorlardı. Yeni kuşaklar, belli bir hareketin-örgütün aracılığıyla politik veya örgütsel ilk tecrübelerini edinirken farkına bile varmadan sadece bu özel dili öğreniyorlar, dünyaya kapanıyorlardı. Bu bütün örgütlerin ve örgütlü yapıların işine de geliyordu. Çünkü tıpkı bir ulusal devletler veya Hindistan’daki kastlar gibi, kendini üreten bir mekanizma ortaya çıkmış, o hareket veya örgütün sürekliliği garantilenmiş oluyordu.
Ancak bu aynı zamanda, o örgüt ve “hareket”lerin kendi etrafını bir kistle sarmalaması; gerçeklikle bağlarının kopması anlamına da geliyordu. Dolayısıyla taşlaşma ve fosilleşme de başlamış oluyordu.
Bu gün solun ve sosyalistlerin neden birleşemediği konusunu tartışmak isteyenlerin üzerinden atladığı ve problematize etmediği en büyük problem budur. Çünkü, her grubun, her eğilimin, her örgütün kendi özel dili vardır ve diğer dilleri merak eden, öğrenmek isteyen ve okuyan bulunmamaktadır. Hatta ortada ortak bir konuşma dili yerine geçebilecek bu dillerin yanı sıra, ortaçağ Latincsi veya İslam uygarlığının Farsça ve Arapçası gibi olsun bir "Lingua France" bile yoktur.
Marksist klasiklerin dilinin en azından bu “Lingua France” olması beklenebilirdi. Ama o farklı diller,  o dili konuşanları öyle şekillendirmişlerdir ki, artık kimse Marksist klasiklerin dilini de anlamamakta ve konuşamamaktadır.
Aslında solda ilk yapılması gereken şey bu farklı diller sorununu problematize etmek ve bunun çözüm yollarını aramaktır. Birleşmek için bile değil, içinde bulundukları bu kastlaşma, taşlaşma ve gerçeklikle bağlarını yitirme durumundan kurtulabilmeleri için gereklidir bu her şeyden önce. Ancak durumlarının bilincinde olmadıklarından, bu durumdan çıkma gibi bir sorunları da yoktur. Böylece çember kendi üstüne kapanmaktadır. Kastlaştığı için kazslaştığını görememekte; kastlaştığını göremediği için de kastlaşmadan kurtulma gibi bir sonunu bulunmamaktadır.
Ancak bu sol ya da sosyalist dünya, Türkiye gözönüne alındığında küçücük bir dünyadır. Aynı sorun Türkiye ölçüsünde çok daha büyük çapta ve çok daha derin olarak vardır.
1970’lere kadar, iyi kötü demokratik özlemler ve hedefler, kendini esas olarak solun, kısmen aydınlanmadan miras kalmış dili içinde ifade ederdi. O dilin sanki bir tekeli vardı.
Ama uzun bir süredir, demokratik özlemler kendini artık sadece solun farklı dilleri içinde ifade etmiyor.
1980'lerden sonra, bu özlemler önce 12 Eylül’ün, sonra da Duvar’ın çökmesi sonucu, solun ortadan yok olmasına bağlı olarak, yeni kanallar ve diller ortaya çıktı. Yeni sosyal Hareketler ile birlikte yenileri de eklendi. Böylece İslamcıların, Alevilerin, Kadınların, Kürtlerin vs. kendi dilleri de oluştu. Bizzat bu diller içinde de ikinci diller oluştular.
Böylece solda minyatür ölçülerde görülen dilsel bölünme, tüm muhalefet ölçüsünde ve çok daha derin ve uzak köklerden kaynaklanan diller içinde katmerlendi.
Örneğin, Aydınlanmanın,  Aydınlanma’nın mirasından doğan Marksizm'in, nisbeten Batı’nın liberalizminin dili içinde demokrasi az çok bir ortak kavram olabilir. Ama kendini ve eşitlikçi özlemlerini İslam’ın dili içinde bu kavramın yeri yoktur. Politik İslam içinde, Demokrasi özlemi, Aydınlanma'dan  çok farklı bir geleneğin dili içinde, henüz yeryüzünde birey diye bir şeyin olmadığı koşullarda oluşmuş bir dilin içinden ifade edilmektedir. Burada Adelete dönüşmüş olarak ortaya çıkar.
Benzer durumlar Alevi hareketinde de görülebilir.
Sınıf mücadelesi sosyolojik bir olgudur. Yani sınıfsal çıkarlar ve eğilimler bir şekilde kendilerini ifade edecek kanallar bulurlar, yok edilemezler.
Buna bağlı olarak, aslında sınıf mücadelesi, bu çok özel diller içinde var olmaya devam eder. Bu farklı özel diller içinde aslında aynı sınıfsal eğilimleri dile getirenler; birbirlerinin dilini bilmediklerinden, birbirlerinden kopuk ve varlığından habersiz yaşamaktadırlar. Hatta o dillerin kotlarını bilmedikleri için, birbirlerine karşı durumlarda bulunmaktadırlar.
Örneğin ezilenlerin eğilim ve tepkilerinden kaynaklanan bir İslami radikalizm; pek ala aynı toplumsal eğilimi yansıtan bir sol radikalizm veya Alevi radikalizmiyle son derece zıt görünümler içinde hatta karşı cephelerde görünüyor olabilmektedir.
Aynı eğilimlerin ayrı diller içindeki ifadeleri, aynı zamanda bunların birbirine karşı oynanması ve kullanılmasını ve askeri bürokratik oligarşinin egemenliğini sürdürmesini kolaylaştırmaktadır.
*
Tabii bu noktada şöyle bir soru ortaya çıkmaktadır.
Peki, böylesine birbiriyle dilleri farklılaşmış, birbirinin dilini bilmeyen ve anlamayan demokratik muhalefetin birbirini anlayabileceği bir ortak dil var mıdır? Veya var olabiir mi?
Bunun yolunu bize yine bizzat tarih ve bu gün yaşadığımız dünya göstermektedir.
Biliniyor, Çin'de aslında Orta Doğu veya Avrupa'dan hiç de daha az farklı olmayan bir sürü dil bulunmaktadır. Bu diller binlerce yıl önce, gerek devletlerin bugünkü gibi uzun geçmişlerinin olmaması; gerek Pazar ilişkilerinin sınırlılığı neeniyle muhtemelen çok daha büyük bir çeşitliliğe sahipti.
Binlerce yıl önce, bugünkü Çin'e adını veren ve Çin uygarlık alanında ilk birliği kuran Çin adlı hükümdar, piktogramlara dayanan bir yazıyla, bir merkezi devleti ve birliği kurup korumayı başardı.
Bu öylesine etkili oldu ki, Çin ulusçuluk çağında, her dile bir ulusal devletin oluştuğu bu çağda bile, ulusçuluğun bu dillere dayanan türüne şerbetli kaldı. Ulusal hareketler sadece farklı alfabe kullanan; yani aslında Çin uygarlık alanının daha dışında kalmış, Uygurlar vs. arasında görüldü.
Şekil yazısı, yani piktogramlara dayanan Çin yazısı, farklı dillerin aynı şekle bakarak, onu farklı adlandırsalar da, aynı şeyi anlamalarını sağlıyordu. Böylece birbirilerinin dilini anlamayanlar aynı şekiller aracılığıyla denileni anlayabiliyorlardı. Çin uygarlığı biraz da bu sayede binlerce yıl boyunca var olabildi, sürekliliğini kordu ve yine bu nedenle bir tek tanrı fikrine ihtiyaç duymadı. Piktogram yazı, tek bir tanrının göreceği birleştirici işlevi en azından bir devlet aygıtı için görebiliyordu.
İkinci bir örnek günümüden verilebilir. Benzeri bir gidiş bu gün gözlerimizin önünde gerçekleşiyor.
Globalleşme ile birlikte, giderek bir evrensel bir piktogram yazısı oluşuyor. Bu gün, özellikle yolcuların çok bulunduğu yolların düğüm noktalarında (Hava alanları, istasyonlar, garlar); yani her türlü farklı dil ve kültürden insanların yoğun olarak bulunduğu yerlerde, giderek artan oranda piktogramlar kullanılmaktadır. Örneğin bir adam ve kadın sembolünün kadın ve erkek tuvaleti anlamına geldiği; koşan bir insan sembolünün acil çıkış kapısı anlamına geldiği her dilden ve kültürden insanlarca kolayca kavranmaktadır.
Benzeri bilgisayarlarda da görülüyor. Başka bir dildeki bir Windows veya Linux programında, o dildeki emirleri bilmeden, artık evrenselleşmiş ikonları tıklayarak birçok emri yerine getirmek mümkündür.
Keza “smiley”lerin giderek yaygınlaşan ve artan kullanımında da benzeri bir eğilimi görmek mükündür.
Yani ortak şekillerden oluşan bir tür uluslar arası Çin yazısı gibi bir piktogram yazısı oluşmaktadır farklı diller konuşanların aynı şeyleri anladığı.
İşte demokratik farklı diller konuşan muhalefetin bir araya gelebilmesi ve mücadelesini birleştirbilmesi için benzeri bir “şey” gerekmektedir.
*
Bu işlevi politik bir bağlamda ne yerine getirebilir?
Bunu tamamern son derece somut eylem, teklif veya taleplerden oluşan bir program yerine getirebilir.
İlkeler değil; somut hedef, teklif ve talepler bu farklı diller konuşan tüm muhalefeti bir araya getirebilir.
Şöyle bir somut örnek verebiliriz. Örneğin devetin merkezi ve bürokratik devlet cihazının tasfiyesi gibi bir talebi, yani demokrasinin en temel şartını ele alalam.
Bunun böyle genel bir formülasyonu hiçbir şey ifade etmeyeceği gibi her biri kendi dili ve paradigması içinde tamamen farklı biçimde ifade edebilir.
Örneğin bu hedefi, sosyalist veya devrimci, "burjuva devlet cihazının parçalanması", bir Müslüman "Hülüfayi Raşidin döneminin gerçek Müslümanlığına dönüş”; bir alevi “Aleviliğin ilkelerinin cumhuriyetin de ilkeleri haline gelmesi” olarak tanımlıyor olabilir. Bu farklı dillerle ifadelerde, bunların aslında bir ve aynı şeyi kast ettiklerini görmek bile mümkün olmaz.
Ama şöyle somut teklif ve hedefler olarak; hiç öyle genel ifadelere başvurmadan şöyle ifade edildiğini var sayalım.
  • Vali, kaymakam gibi merkezden atanan bütün mevkiler kaldırılacak.
  • Yönetim her düzeyde seçilmiş organlarda olacak.
  • Emniyet ve asayiş kuvvetleri bu seçilmiş yöneticilerin ve organların emrinde olacak
  • Memurların tayin, terfi, emeklilik ve seçiminde bağımsız memur sendikalarının tutukları siciller esas alınacak.
  • Asker Sivil adalet ikiliği kalkacak.
Bunlardan dili ne olursa olsun, herkes aynı şeyi anlar. Bu somut teklifler, kimseye hiçbir kaçamak veya farklı yorum ve kaytarma olanağı bırakmaz.
Herkes kendi dili içinde bunu farklı biçimlerde tanımlayabilir ama yapılacak işler hiç birinde değişmez. Somut yapılacak iş olarak hepsi bundan aynı şeyi anlarlar.
Bu nedenle, ilk yazıda değindiğimiz radikal, kapsamlı ve sistematik demokratik talepler son derce somut eylemleri ifade etmelidir.
Elbette eklektik de olmamalıdır. Yani zaten, eylemin mantığı gereği içerdiği koşulları ve eylemleri tekrarlamamalı ve çelişen şeyleri ard arda dizmemelidir. Yani örneğin bir yandan devletin dine hiçbir şekilde karışmamasını savunurken diğer yandan bu talebi tamamen anlamsızlaştıracak bir şekilde Cem Evlerinin tanınmasını istemek gibi.
Toparlarsak:
Somut talepler, dilleri farklı olan özneleri bir araya getirir.
Radikallik, kapsamlı ve sistemli talepler ise önceki yazıda görüldüğü gibi, farklı özneleri bir araya getirir.
HDP bu iki koşulu da yerine getiren bir programa sahip olmalıdır.
Somut talepleriyle farklı dilleri; radikalliği, kapsayıcılığı, sestematikliği ile farklı özneleri ve güçleri birleştirecek programsomut olarak ne olmalı?
Bunu dagelecek yazıda ele alalım.
Demir Küçükaydın

30 Aralık 2015 Çarşamba

Hiç yorum yok: