25 Ağustos 2015 Salı

HDP’yi Reorganize Etmek

Erdoğan’ın tek adam diktatörlüğüne giden darbe rejimine karşı savaşın en kritik ve tayin edici alanı olan HDP’yi savunmak, HDP’li olsun olmasın, demokrat olsun olmasın herkesin görevidir.
Bir demokrat ve sosyalist için, HDP’yi savunmanın en etkili ve radikal yolu ise, HDP’ye üye olarak saldırılar karşısında siperde yerini almak; HDP’ye gelecek saldırıların hedefi olmaktır.
Ama bir görev daha bulunuyor: HDP’yi reorganize etmek.
Çünkü HDP aynı zamanda bu mücadelenin bir öznesidir. Bu öznenin etkili ve başarılı olması için baştan aşağı yenilenmesi ve yeniden organize olması gerekmektedir.
Şimdi birçokları, yıllardır yaptıkları gibi, şöyle diyecektir: “Şimdi reorganize olmaktan söz etmenin; nasıl reorganize olunacağını tartışmanın, bunun için kongreler yapmanın zamanı mı? Hele şu seçimi atlatalım ondan sonra.”

Bu gibi itirazlar, her zaman topu taca atmanın bir biçimi olagelmiştir. Gerçek tarih tam da zamanı olduğunu göstermektedir. Tarihte her zaman en verimli tartışmalar, örgütlenmeler ve reorganizasyonlar, en canlı çatışmalar içinde, savaşın soluğunu ensesinde hissedenlerce gerçekleştirilmiştir.
En azından herkesin bildiği bir iki örnek verelim. Türkiye’nin en canlı tartışmaları ve reorganizasyonları, FKF ve DÖB gibi örgütler ve onların daha sonra Dev-Genç olarak reorganizasyonu, en canlı mücadelelerin içinde gerçekleşmiştir.
Türklerin “Kurtuluş Savaşı” dedikleri dönemde, Büyük Millet Meclisi’nde en canlı tartışmalar, top sesleri arasında yapılıyordu.
Bolşevikler en canlı tartışmaları ve organizasyonları, Çar gizli polisi olan Okrahana’nın terörü altında, illegal kongrelerde yapıyorlardı. Hiçbir Bolşeviğin aklına, şimdi çar polisine karşı mücadele ve gizlilik koşullarındayız, kongre falan yapmayalım; teori ve strateji tartışmalarına girmeyelim diye bir fikir gelmiyordu. O gizlilik koşullarında, bin bir fedakârlık ve emekle kongreler, konferanslar birbirini izliyordu. Bu gizli yapılan kongrelerin, konferansların tutanakları üzerinden en canlı tartışmalar yapılıyordu hem de açıkça. Çünkü fikirde gizlilik olmaz. Gizlenecek olan şey sadece ilişkilerdir.
Ama aynı partiler Çarlık devletini ele geçirip; “üzerine biraz Sovyet cilası sürüp” (Lenin) de ele geçirdiklerini ve yıktıklarını sandıkları devlet tarafından ele geçirildiklerinde hem kongrelerin araları giderek uzadı, hem de canlı tartışmaların yerlerini bürokratik metinler ve oy birliğiyle alınan kararlar almaya başladı.
Ve bu bürokratlaşmış yöntem bir gelenek oluşturdu.
Geçmiş kuşakların geleneği yaşayanların üzerine bir kâbus gibi çöker der Marks.
HDP bu yola tersinden girdi.
HDP bürokratik bir işleyişle; oy birliği ile alınan kararlarla; hiçbir tartışma yapılmadan, arkalarda bir yerlerde yapılan denge hesapları ve uzlaşmalarla alınan kararların mizansen kongrelerle resmileştirilmesiyle zorla, ite kaka ve ruhsuz bir örgüt olarak işe başladı.
Gerek Kürt özgürlük hareketi gerek Gezi vs. gibi canlı hareketler ve bu bürokratik örgütsel yapı arasında başından beri bir uyumsuzluk var.
Ya bu bürokratik ve ruhsuz örgütsel yapı bu canlı hareketleri boğacaktır; ya da bu yapı o canlı hareketler, bu bürokratik mekanizmayı parçalayıp, onu kendi gelişmelerinin örgütsel bir biçimi haline getirecekler; onu besleyecekler ve ondan besleneceklerdir.
Devrimci örgütlerin bürokratlaşması gericilik dönemlerin, yenilgilerin damgasını taşıyordu. HDP’nin bugünkü örgütsel yapısı hem dünya çapındaki hem de Türkiye çapındaki yenilgilerin bürokratlaşmış örgütlerin, sektlerin damgasını taşımaktadır.
Ama yavaş yavaş da olsa küllerinden doğan yeni bir hareket ve canlanma var. Bu canlanma olmadan HDP’nin bürokratik yapısının parçalanması umut bile edilemezdi. Ama bu ortamda denemeye değer, tüm olumsuzluklarına rağmen Türkiye’de en demokratik özlemlere sahip olanlar, en dinamik kesimler HDP’nin etrafında yoğunlaşma eğilimi gösteriyorlar.
Bunun için HDP içinde (ve dışında) HDP’nin reorganizasyonunu hedefleyen, bunun nasıl bir reorganizasyon olması gerektiğini açıkça savunan; bunun için de HDP’nin çoğunluğunu kazanmayı hedefleyen açık bir platform oluşturulmalıdır.
Bu platform her şeyden önce bileşenlere ve bileşen hukukuna karşı çıkmalı ve kendisinin bir bileşen gibi tanımlanması tuzağına da düşmemeli ve direnmelidir. Çünkü bugünkü bileşen hukuku ile bireylerin hukuku uzlaşmaz çelişki içindedir. Birey hukuku ile bileşen Hukuku çelişkisi, Allah ve Butlar çelişkisi gibidir. Birinin olduğu yerde diğeri olamaz.
HDP’nin bugünkü yapısı Hindistan’daki kast sistemine benzer. Hindistan’da da kast sistemi dışında olanlar vardır ama bu kast sistemi, kastlar dışında olan paryaları da fiilen bir dokunulmazlar kastına dönüştürür.
HDP de öyledir. İçindeki bağımsızları da aslında bir tür bağımsızlar bileşeni gibi ele almaktadır.
Hatta öyle komiktir ki, bağımsızlar da kendilerini bir ara “Münferitler” diye bir bileşen gibi kabul etmeye ve münferitler toplantıları yapmaya başlamışlardı.
İlk hedef bileşen hukukunu yıkmak, birey hukukuna geçmek olmalıdır.
HDP’nin bugünkü yapısından neredeyse bütün “bağımsızlar” gayrı memnudur. HDP’ye girmeye ve çalışmaya hevesli nice insan, sırf bu yapısı nedeniyle girmemekte ve dışında kalmaktadır.
Ama bu gayrı memnunlar sorunun yapısal olduğunu anlamamakta ve ahlaki vaazlarla işin çözümünü istemektedirler. Bileşenlerden kendi çıkarları için, kendi öncelikleri için çalışmamalarını istemektedirler. Bunların ahlaki vaazlar olmaktan öte anlamları yoktur. Bunlar bir reorganizasyon, bir yapı sorunu olarak ele almamaktadırlar sorunu.
HDP’nin bileşenlerinden ahlaki veya diğerkâm davranmalarını beklemek ölü gözünden yaş ummaktır. Yapılması gereken ahlaki vaazlar değil; yapıyı değiştirmek; bileşen hukukundan birey hukukuna geçişi sağlamaktır.
Bileşenler hukuku reddedilip birey hukukuna geçildiğinde, şu veya bu örgütten olmanın hiçbir örgütsel ve politik anlamı kalmaz. Bu tabiri caiz ise kişilerin özel sorunu gibi olur. Elbet herkes kişisel tercihlerini üstün kılmaya çalışabilir ve çalışmalıdır. Ama bu tanınan bileşenlerin aracılığıyla olmaz. O zaman kararlar ve seçimler eşit bireylerin olduğu ve her görüşün serbestçe örgütlenip çoğunluğu kazanabildiği toplantılarda alınır.
Ahlaki vaazlarla bir örgüte “kendi çıkarlarını savunma” demenin yerini, “kendi çıkarlarını ve etkini savun, ama gel bunu, bireyler olarak üye olmuş üyelerinin nicel ve nitel gücüyle; her düzeyde örgüt yaşamı içinde yapabilirsen yap.” denilmiş olur.
Ancak bu koşulda, örgüt içinde gerçek bir kaynaşma sağlanır ve bugünkü bileşenlerin duvarları yıkılabilir. Bileşenlerin kendi etkilerini arttırma çabaları HDP’nin gelişiminin ve dinamizminin bir itici gücü olabilir.
Bugün bileşen olanların üyeleri, örgütün birey hukukuna bağlı üyeleri olduğunda, üye toplantıları ve kongrelerde çoğunluğu kazanmak için çalışmak, diğerlerini kazanmak zorunda kalacaklardır. Elbette u toplantılarda, eskiden bileşeni olukları örgütün görüşlerini ve ağırlığını arttırmak için çalışabileceklerdir. Bu onların haklarıdır. Ama bu sefer bunu çalışarak, daha örnek davranarak, bulundukları organda çoğunluğu kazanarak yapmaya çalışacaklardır. Bu da kendi örgütlerinden ve görüşlerinden olmayan insanlarla ilişki ve tartışma demektir; onları ikna çabası demektir. Dolayısıyla ava giden de avlanır; başkalarını ikna çabası, onlar tarafından ikna edilme riskini, başkalarını etkileme çabası; başkaları tarafından etkilenme riskini arttırır. Gerçek bir kaynaşma başlar; Kast sisteminin, kapalı örgütlerin duvarları yıkılır. Bu nedenle bugün var olan örgütler bugünkü bileşen hukukunun en uzlaşmaz savunucularıdırlar. Çünkü bu tür bir HDP onların varoluş koşullarını da yok edecektir.
Ancak böyle bir örgüt yapısı ve işleyişi ile HDP bağımsız bir kişilik kazanabilir ve Kürt siyasal hareketinin vesayetinden çıkıp; kendi organları ve canlı bir örgütsel hayatı olan canlı bir organizma olabilir.
Kürt siyasal hareketinden insanlar da elbette bu örgütü kontrol altına almaya çalışacaktır diğer bütün bileşenler gibi. Ama bunu şimdi olduğu gibi, arkadan ve yukarıdan değil, gerçekten herkesin eşit olduğu toplantılarda, çoğunluğu kazanarak yapmaya çalışabileceklerdir. Böylece aynı “tehlikeler” onlar için de geçerli olacaktır. Kürt siyasal hareketi aslında bugünkü tartışılmaz hegemonyasını tam da bu bileşen hukuku sayesinde sürdürebilmektedir. O zaman da bu harekete muazzam nicel gücüyle damga vurabilir elbette. Ama bu yukarıdan ve arkadan olmaktan çıkar; her düzeyde ayrı bir çaba; çoğunluğu kazanma çabası gerektirir. Böyle bir yapı Kürt hareketini de eğitir; onun da dünyaya açılmasını ve gelişmesini sağlar ve hızlandırır.
*
HDP’nin sorunu sadece örgütsel değildir; örgütsel sorunun benzeri onun programında da vardır.
HDP’nin programı da demokrat değildir. HDP demokratik bir ulusu savunmamaktadır. Programı da tıpkı yine bizzat kendi yapısı gibi, her dilin, dinin, etninin vs. temsilini esas alan bir anlayışa dayanmaktadır.
Bu demokratik bir ulusun ve yapının önündeki en büyük engeldir. Çünkü burjuvaziye hizmet eder böyle birimler. Bu ulusal “bileşenler” arasındaki çatışma ve dengeler, dağılmayı engelleyecek merkezi bir devlete çağrı olur. Bireylerin ve yurttaşların temsilinin ve eşitliğinin yerini dillerin, dinlerin temsili ve eşitliği, dolayısıyla politik birimler olarak tanımlanması alır. Bu gidişin varacağı yer Balkanlaşma ve Lübnanlaşmadan başka bir şey olamaz. Bunu engellemenin tek yolu olarak da, merkezi bürokratik idareler mumla aranır hale gelir. İşte Suriye, Irak, Afganistan vs. bunun örnekleridir.
Ancak, dil, din, etni vs.nin hiçbir politik anlamının olmadığı bir düzen içinde demokrasi ve özerklik gerçekleşebilir. Tıpkı örgüt içinde birey hukukunun geçerli olması gibi, ancak insanların dilleri, dinleri nedeniyle ve aracılığıyla değil; doğrudan eşit bireyler olarak, dillerin ve dinlerin hiçbir politik anlamının olmadığı; dil ve din körü bir devlette veya politik cihazda gerçek bir eşitlik ve demokrasiden söz edilebilir.
Biri programatik, diğeri örgütsel ama özünde aynı karakterdeki bu iki önemli değişikliği yapamadan HDP’nin Türkiye ve Ortadoğu’da demokratik bir dönüşüme öncülük edebilmesi ve onun mücadelesini örgütleyebilmesi olanaksızdır.
HDP’yi savunmak için üye olanların veya önceden HDP’ye üye olmuşların şimdi yapmaları gereken en önemli görev: HDP içinde bu, reorganizasyonu ve örgütsel yapıyı ve bu programı açıkça savunan; bunun için tüm örgütün çoğunluğunu kazanmayı hedef alan; bunun için açık bir mücadele yürüten bir platform kurulmalıdır.
Bu platform başarılı olamasa bile, en azından bir örnek sunmuş; sonraki girişimler için bir başlangıç yapmış olur.
Bu konuyu daha birçok yazıda ele alacağız. Çünkü birey hukuku ile “bileşen” hukukunun müthiş farkı ve zıtlığı pek kavranamamaktadır.
Bu farkı bize en güzel İslam ve Hinduizm gösterebilir.
İslam’da birey hukuku vardır. İnsanlar, Allah’a birey olarak bağlıdırlar. Allah’a şirk koşmamanın, totemleri tanımamanın anlamı özünde budur. Herkes Allah’ın eşit kuludur. Dilinizin, soyunuzun, sopunuzun Allah’ın gözünde hiçbir anlamı yoktur. Ama toteminizin, putunuzun vardır. Çünkü o birey hukukunun önünde, Allahın kullarının eşitliğinin önünde bir engeldir.
HDP’de yapılması gereken devrim hem örgütsel düzeyde hem de programatik olarak, Hazreti Muhammet’in Mekke’de putlara (“bileşenlere”) karşı yaptığı devrimin benzeri olmalıdır. Allah’ın putları reddetmesi gibi; bileşenleri reddetmek; Allahın eşit kulları gibi HDP’nin eşit bireysel üyeleri olmak hedeflenmelidir.
Hindistan’da ise HDP’deki gibi bir bileşen hukuku geçeridir. Siz topluma, kendi tanrılarınız aracılığıyla bağlanırsınız. Bunun için Hindistan’da binlerce tanrı vardır. Aslında bunlar komünlerin (bileşenlerin) sembolleri, tanrıları, putlarıdırlar. Zaman içinde hepsi aynı tapınaklarda, tıpkı Mekke’nin İslam öncesi Kâbe’sinde olduğu gibi, bir araya gelmişlerdir. Ama herkes topluma, kendi putu, yani kastı aracılığıyla bileşen olarak katılır.
Hazreti Muhammet Peygamber olmadan önce hep bu bileşenleri bir araya getirmeye; onların arasında ortak noktaları bulmaya çalışıyordu. Mekke’de Hacer’ül Esved’in bir bezin üzerine konularak, bütün aşiretlerden insanlarca topluca taşınması meseli, bu bileşenlere ortak iş yaptırma girişimlerinin sembolik bir ifadesidir.
Ancak Muhammet olgunlaştıktan ve Allah’ı bulduktan sonra, bileşen hukukunu reddetti ve bir tek Allah var diyerek, bütün putlara, yani “bileşenlere” savaş açtı; bileşen hukukunun yerini; Kâbe’de toplanmış putların yerini;  Allah’ın birey olarak kendine bağlı eşit kullarının hakkı ve hukuku aldı.
İslam bu köklü örgütlenme farkından aldığı güçle dünya tarihindeki en hızlı yayılan din oldu. Yarım yüzyıl içinde, bütün çürümüş Akdeniz ve Pers uygarlığının topraklarında İslam birbiri ardınca zaferler kazandı. En karşı devrime uğramış Emevi ve Abbasi devletleri biçiminde bile yepyeni Rönesansların; canlanmaların yolunu açtı.
Bu nedenle Hikmet Kıvılcımlı, “Allah’ı keşfedişimiz şunun şurası yenidir” diye yazar geçer ayak.
Demokrasi insanların biçimsel eşitliğidir; Allah putların egemen olduğu bir dünyada, demokrasiden başka bir şey değildir.
Tıpkı İslam’ın Allah’ı gibi veya Muhammet gibi yapmak gerekiyor. Gerçek biçimsel eşitliği sağlamanın yolu bileşenlerin; dillerin dinlerin tanınması ve eşitliği değildir. Bileşenler; diller, dinler aracılığıyla eşitliği reddetmenin; bireylerin eşitliğidir.
Bireylerin eşitliğiyle örgütlenen bir örgüt ancak Türkiye, Kürdistan ve Ortadoğu’da yine bireylerin eşitliğine dayanan; bir dilin, dinin, soyun, sopun, kültürün hiçbir politik anlamının olmadığı gerçek demokratik bir ulus kurabilir.
Ve ancak böyle bir ulusta gerçek bir öz yönetim; merkezileşme ile âdemi merkeziliğin birbiriyle çelişmediği; özgür komünlerin gönüllü birliğine dayanan merkezileşmenin bürokratikleşmeye değil; sorunların çözümüne hizmet ettiği bir sistem kurulabilir.
Demir Küçükaydın
25 Ağustos 2015 Salı

Hiç yorum yok: