26 Nisan 2015 Pazar

Provokasyona Karşı Provokasyon

Provokasyon, karşı tarafı sizin istediğiniz ama karşı tarafın istemediği bir davranışa zorlamak için yapılan davranış veya sözdür.
Provokasyon kavramının bir olumlu anlamı ve kullanımı; bir de olumsuz anlamı ve kullanımı vardır.

Olumlu ve Devrimci Anlamı ve Biçimiyle Provokasyon

Egemen ve yaygın bir yargıyı; gizli bir varsayımı tartışmaya açmak; gündeme getirmek hedeflenirse; insanları düşünmeye sevk etmek; tartışmaya çekmek istenirse genellikle abartılı; ucu sivriltilmiş; alışılmış kuralları veya normları çiğneyen düşünce ve davranışlara provokasyon denir.
Bu olumlu anlamışla provokasyon genellikle teorik ve entelektüel bağlamda kullanılır ve yapılır. Genellikle devrimciler tarafından yapılır ve kullanılır.

Örneğin yazılarım büyük ölçüde böyle provokasyonlardır. İnsanları düşünmeye, alışılmış görüşleri gözden geçirmeye zorlamaya yöneliktirler. Bu nedenle özellikle keskin, ucu sivri ifadeleri de seçerim ki yaptığım provokasyonlar dikkati çeksin, insanların kafasını karıştırsın. Uzlaşmacılar, “pratik”çiler bu gibi provokasyonlardan korkarlar. Onlar, yuvarlak; kimseyi karşıya itmeyen; herkesin birazcık çekiştirmeyle kendisini bulacağı ifadeler, formülasyonlar isterler ve beklerler.
Hâlbuki uzlaşmacılık teoride değil, düşüncede değil; pratikte olmalıdır. Pratikte esneklik ve uzlaşmacılık, teori ve entelektüel âlemde uzlaşmazlıkla birlikte yürümelidir.
Teori ve düşüncel alanında uzlaşmacılar, provokasyonlardan korkanlar ve kaçanlar; genellikle gerçek esnekliğin ve uzlaşmacılığın gerektiği pratikte her zaman en uzlaşmaz sekterler olarak ortaya çıkarlar.
*

Olumsuz ve Gerici Anlamı ve Biçimleriyle Provokasyon

Ama bir de politik ve sosyal mücadelelerde yapılan ve bu yapılanı tanımlamak için kullanılan olumsuz anlamıyla provokasyon vardır.
Örneğin, demokratik hakları için yürüyüş yapan ve demokratik haklarını kullanan göstericilerin içine girip; çok keskin söz ve davranışlar gösterip, hatta örneğin göstericilerin içinden polise taş veya bomba atıp; bilinçli (ajan provokatör) veya bilinçsiz yapılan provokasyonlar vardır. Her zaman bomba veya taş da atılmaz bazen laf da atılır.
1960’larda, Türkiye İşçe Partisi toplantılarında genellikle görevli olduğu belli birisi, söz alır ve “Kahrolsun komünizm, Komünizm’i lanetliyorum diyor musun demiyor musun” diye sorardı TİP konuşmacılarına. Aslında TİP konuşmacıları gerçekten komünist değillerdi; hatta Komünistleri TİP’e almazlar veya girmişleri atarlardı. Bunu o provokatörler de bilirlerdi. Ama amaçları TİP’i zor durumda bırakmak; onu tecrit etmekti. En küçük demokratik harekete daha doğarken boğmaktı amaçları. İnsanların ön yargılarına, geri yanlarına hitap ederlerdi.
Doksanlı yıllarda ve 2000’lerin başlarında bu sefer “Terörü lanetliyor musun? PKK’ya terörist diyor musun?” biçiminde evrim geçirmiş versiyonları yaygındı bu provokasyonların.
En son Ağrı’da Kürt köylülerin politik uyanıklığı ile başarısız kalmış bir provokasyon yaşadık.
*

Provokasyonu Türklerden Bekleyelim

O yazının sonunda, Kürtlerin son yirmi yılda, politik olarak gelişirlerken Türklerin gerilediğinden ve gericileştiğinden söz etmiş ve esas provokasyonun Türkler arasından geleceğinden; esas bundan korkmak gerektiğini söylemiştik.
Bu uyarı ve beklentinin hiç de boş olmadığını görüyoruz. Şimdi Türklerin hem de Komünist “ve hatta Troçkist” diye kendilerini tanımlayanları provokasyona başlamış görünüyor.
Dün (24 Nisan) ortalıkta, “Devrimci İşçi Partisi Merkez Komitesi” başlıklı bir bildiri dolaşmaya başladı. Bildirinin başlığı “HDP, AKP ile koalisyon yapmayacağını derhal açıklamalıdır!”. (Artık isimlerini karıştırdığımızdan, “Kimdir bunlar?” diye sorduk. “Sungur Savran’ın partisi” dediler.)
Bildirinin sonunda da üç çağrı yapıyorlar:
İlk çağrımız bugüne kadar hep yanında olduğumuz Kürt halkının mücadelesinin ifadesi olarak gördüğümüz HDP’yedir. HDP’yi, AKP ile koalisyona girmeyeceğini seçmenlere açıkça taahhüt etmeye, bu iki demecin partinin tutumunu yanlış ifade ettiğini ikirciksiz biçimde ortaya koymaya çağırıyoruz.
İkinci çağrımız HDP ve HDK içindeki sosyalistleredir. HDP parti olarak bu açıklamayı yapmazsa HDP ve HDK içindeki sosyalistleri AKP ile bir koalisyona katiyen razı olmayacaklarını, bu tutumun bir parti kararı olmadığını, yarın da uygulanamayacağını açıklamaya çağırıyoruz
Üçüncü çağrımız bugüne kadar HDP’ye 7 Haziran seçimlerinde destek vaat etmiş sosyalistleredir. Bütün sosyalistleri HDP’nin bu tutumu değişmediği takdirde yolların ayrılacağını beyan etmeye çağırıyoruz.”
*

Olumsuz ve Gerici Anlamıyla Bir Provokasyon Örneği

Şimdi bu çağrıların neden ve nasıl bir provokasyon olduğun görelim.
Denebilir ki, “küçücük bir grubun bildirisinden ne olacak? Onu niye adam yerine koyup reklamını yapıyorsun?”
Birincisi, halkımızın dediği gibi, sinek küçüktür ama mide bulandırır.
İkincisi, teoride niceliğe değil, niteliğe bakılır.
Kaldı ki, örnek küçük bir gruba ait olabilir ama aslında CHP’li, Alevi, ÖDP’li veya Hazirancı birçok kesimin eğilimlerini yansıttığı; onların geri yanlarına hitap ettiği için nitelik ve nicelik olarak aslında çok yaygın bir anlayışın dışa vurumudur.
Zaten tam da o geri yana oynayarak pirim yapmaya çalışmaktadır ve aynı zamanda o geri yanın ifadesidir.
*

Seçimlerin Özgül Niteliğini (Referandum) Atlamak ve Gündemden Düşürmek

DİP’in bildirisi, bu seçimlerin özgül niteliğinin üzerinden atlıyor.
Bu seçimler, hukuki veya idari olarak bir seçimdir ama politik olarak bir seçim değil; başkanlık sistemine ilişkin bir referandumdur.
7 Haziran’ın bu özgül niteliğini atlamak, kişiyi veya o politik eğilimi ister istemez, her halükarda, Erdoğan ile müttefik konuma getirir.
Bunu çok iyi gördüğü için, örneğin “Haziran Hareketi” de, 7 Haziran’ın bu özgül niteliğini görmezden gelmekte ve önemsizleştirmeye çalışmaktadırlar.
Örnek mi?
İşte Oğuzhan Müftüoğlu’nun DİP bildirisiyle aynı gün ve saatlerde yayınlanan son “söyleşi”sinden bir Cümle:
Hal böyleyken meseleyi sadece başkanlık sistemini önlemeye indirgemek karşı karşıya bulunduğumuz meselenin özünü ve ciddiyetini gizliyor.”
Oğuzhan Müftüoğlu ile Sungur Savran, aynı noktada buluşuyorlar. İkisi de bu seçim biçimi altındaki referandumun bu özgül niteliğini önemsizleştiriyor ve gözden gizliyorlar ve buna dayanarak kendi konumlarını meşrulaştırmaya ve çoook devrimci göstermeye çalışıyorlar.
*

Mantık Hilesi: Taktik Bir Soruna Stratejik veya Programatik Bir Sorunmuş Gibi Yaklaşmak

Bunların tipik mantık oyunu şöyledir.
Birinci aşamada, seçim veya referandum olması fark etmez, seçim veya referandumda ne tavır alınacağı; hangi taktik davranışın ezilenlerin mücadelesine azami katkıda bulunacağı tartışılmaktayken; yani taktik bir soruna cevap aranırken; sanki temel bir programatik veya stratejik sorun tartışılıyormuş gibi, programatik veya stratejik cevaplarla kaçmalarıdır. (“İleriye kaçış” diyoruz biz buna.)
Örneğin Müftüoğlu, sanki seçim (veya referandum) ülkenin içinde bulunduğu koşullarda esaslı bir değişim yaratacaktır diyen varmış gibi; "Ancak ülkenin içinde bulunduğu koşullarda esaslı bir değişim olacağına inanmıyorum"  diyerek bu taktik soruna stratejik bir cevapla kaçıyor.
Deve misini? Kuşum. Kuş musun? Deveyim. Taktik bir sorun mu tartışılıyor? Stratejik bir cevap. Stratejik veya programatik bir sorun mu tartışılıyor? Taktik bir sorunmuş gibi cevap.
İkinci aşamada, bu seçimlerin bir referandum karakteri taşıdığını gizlenmekte veya önemsizleştirilmektedir.
Böylece sanki ortada verili sistem içinde hükümeti kimlerin kuracağı sorunu; kimin kimlerle koalisyon yapacağı tartışılıyormuş gibi bir tartışmayı gündeme getirerek HDP köşeye sıkıştırılmaya; ona oy vermemenin bahaneleri yaratılmaya çalışılmaktadır. (Örneğin Birleşik Haziren da bunu CHP ve HDP ittifakı önermek biçiminde yapmaktadır.)
İşte, “Sungur Savran’ın Partisi” sanki ortada kimin kimle koalisyon yapacağı tartışılmıyormuşçasına, sanki seçim bu soru etrafında dönüyormuşçasına, HDP’yi böyle bir soruya cevap vermeye zorlayarak; gerçeği, bu seçimlerin referandum niteliğini gizlemeye hizmet etmektedir. Bu yönde CHP, Erdoğan, Haziran Hareketi, TKP vs. ile aynı cephede yer almaktadır.
 DİP, tıpkı 60’ların “Komünizme hayır diyor musun?”; 90’ların “PKK’ya terörist diyor musun?” provokatörleri gibi, “AKP ile ittifak yapmayacağına söz veriyor musun?” diye soruyor. Aynı şekilde insanların ön yargılarına, geri yanlarına hitap ediyor. O zamanlar geniş yığınlarca komünizmin şapka asmak olarak bilindiği; PKK’nin terörist diye tanıtıldığı yıllardı. Şimdi de o dönemlerin kalıntısı ön yargıların benzerlerinin Aleviler, Şehir orta sınıfları arasında yaygın olduğu koşullarda; onların bu önyargılarını ulusalcıların; CHP’nin okşadığı koşullarda, aynı gerici ve geri yanlara hitap ederek DİP, HDP’ye soruyor: “AKP ile koalisyon kurmayacağım diyor musun, demiyor musun?”
*

Gizli Varsayım ya da “Medusa kafası”: CHP ile Koalisyon Yapılabilir

Dikkat edilsin, bu sorunun ardında gizli bir varsayım daha vardır. Bu tıpkı Haziran Hareketi’nin yaklaşımı gibidir.
DİP’in sorusu, aynı zamanda, “CHP ile koalisyon yap veya yapabilmelisin; bu caizdir” demektir.
Eğer sen o kadar devrimci isen, CHP ile AK Parti’nin program ve stratejilerinin birbirinden farklı olmadığı; hele Kürt sorununda hiç farklı olmadığı; hatta klasik AKP’nin ulusu İslam’la tanımlama nedeniyle, aynı gerici ve karşı devrimci özü taşımakla birlikte nispeten daha dil körü olduğu gerçeğini görmezden gelmemen ve CHP’ ile de koalisyon yapmayacağına dair söz ver demen gerekir.
Öte yandan, CHP’nin AKP ile koalisyon yapması olanağı ve olasılığı daha yüksek iken bir yandan zımnen HDP için CHP ile koalisyona evet derken; CHP’ye AKP ile koalisyon yapmayacağına söz var diye bir koşul getirmemektedir.
Yani aslında CHP’nin elini kolunu serbest bırakmakta; HDP’yi köşeye sıkıştırmakta, son duruşmada CHP’ye oy verin demektedir.
DİP’in bu bildirisini şimdi yayınlaması Türk Sosyalistlerinin soldan HDP’yi sıkıştırma girişimlerinin bu ara sıklaşması bir rastlantı değildir.
Dikkat edilirse, seçim dönemi başladığında, CHP içinden bile, HDP’ye oy verilmesi gerektiği yönünde sesler çıkıyordu. Önemli olan Erdoğan’ın başkanlık sistemine geçişi engellemektir deniyordu.
Ancak Bu argümanın gücü ve sağlamlığının insanları ikna ettiği görüldükçe, CHP paniğe kapıldı:
Bunun üzerini iki önemli dönüş yaptı:
1)      Erdoğan’ı hedefe oturtmayı ve seçimin referandum karakteri taşıdığını önemsizleştirmeye; gözlerden gizlemeye başladı;
2)      Giderek artan dozlarda, HDP’yi hedef tahtasına oturtmaya ve AKP ile paralel tavırlar almaya başladı.
Örneğin o çok önemsenen “önce ekonomi” programı vs. birden bire bu sorunun referandum sorunu olduğunu gözlerden uzaklaştırıp; gündemden düşürüp; ikinci plana atmanın bir aracıdır.
Aynı şeyi sol görünüm altında Hazirancılar ve DİP gibi partiler de yapıyor. Yani aslında Erdoğan’a “sol”dan destek oluyorlar.
*

İntihar Politikası

Bu başlar, referandum karakterini gizledikleri seçim sonucunda HDP barajı geçemez de Erdoğan başkan olursa, bizzat kendilerinin de bu iktidar zehirlenmesine uğramış tiranın Ergenekon’la ittifak halinde yeniden başlatacağı savaşın altında kendilerinin de kalacaklarını görmüyorlar.
Evet, bu seçimler hiç bir şeyi değiştirmeyecektir.
Ama başkanlık sisteminin olması veya olmaması, Erdoğan’ın tüm gücü elinde tutan bir tiranlık rejimini oturtması veya oturtamaması; ülkedeki ve bölgedeki güç dengelerini dolayısıyla mücadelenin hangi biçimler altında geçeceğini belirleyecektir.
HDP’nin baraja takılması; başkanlık sisteminin kurulması ve dolayısıyla Erdoğan’ın intihar politikasını uygulayacak güç ve araçlarına sahip olması anlamına gelecektir.
Ama HDP’nin barajı aşması, Başkanlık sistemi hayalinin bitişi; aynı zamanda AKP’nin Erdoğan’ın tasallutundan kurtulması ve büyük ölçüde belki de 2000’lerin başındaki Avrupa Birliği’ni katılma politikasına dönme yolunda çabalar göstermesi; en azından o eğilimin AK Parti içinde güç kazanması; kim bilir belki AK Parti’nin bölünmesi anlamına gelir.
Öte yandan, yüzde onu aşmış bir HDP, tüm diğer partilerin demokrasiye daha büyük bir ağırlık vererek onun önünü kesme çabalarına yol açar ki bu da demokratik özlem ve hedeflerin gücü ve egemenliğini arttırır. Özel savaş döneminin atmosferi biraz olsun dağılır.
Yüzde onu aşmış bir HDP Türkiye’nin geri kalanına demokratik karakterli programını daha rahat götürebilir, bu tecrit çemberini kırabilir hale gelir; yüzde ondan fazlanın desteğini almış bir Kürt özgünlük hareketine karşı eskisi gibi kolayca savaş başlatılamaz. Mücadele daha yumuşak ve siyasal biçimler içinde yürütülebilir hale gelir. En azından “şehit cenazeleri”nin zehirlemediği bir havayı solumak anlamına gelir.
Ayrıca Türkiye politikasındaki böyle bir başarı; nasıl Kobane buradaki başarıyı etkilediyse;  Suriye, Irak ve İran’da Kürt özgürlük hareketinin yeni mevziler kazanması; daha geniş bir hareket alanı elde etmesi ve daha güçlü olması anlamına da gelir. Bu da ayrıca bütün bölgedeki çözümsüzlüğe karşı bir alternatifin güçlenmesi demektir. Bölge çapındaki böyle bir güçlenme de Türkiye politikasında yine yumuşatıcı, demokratik güçleri güçlendirici bir karşı etki yapar.
Şimdi bütün bunlar ortadayken, yani bir düzen değişikliği değil ama verili güçlerin mücadelesinde, nispeten bir demokratik özelliği ve programı olan güçlerin, hareket alanını, mücadele olanaklarını, gücünü arttıracak bir referandumda açıkça bu tarafta yer almamak fiilen nesnel olarak Erdoğan ile ittifak yapmak anlamına gelir.
İşte DİP’in (tıpkı Haziran hareketinin duruşu gibi) HDP’den “koalisyon yapmayacağını ilan et şartı” getirmesi ve bu şartı yerine getirmediği takdirde HDP’den sosyalistlerin de desteğini çekmesini önermesi kendi öznel niyetleri ne olursa olsun Erdoğan’a hizmet eden bir provokasyondur. Olumlu anlamışla değil, olumsuz anlamıyla bir provokasyondur. Düşündüren değil geri yanlara hitap eden; taktik olarak zor durumda bırakan gerici bir provokasyon.
Varsayalım ki, HDP’nin AKP ile koalisyon yapma ihtimali var. Bu takdirde bile bir sosyaliste düşen, “burada sorun hükümet sorunu değildir, başkanlık sistemi ve Erdoğan’ın bu amacına ulaşamamasının demokratik güçlerin mücadelesine yeni olanaklar açmasıdır” demesi gerekir. DİP ise tam tersini yapıyor. Sadece devrimci görevinden kaçmıyor, aksine karşı tarafta yer alıyor.
*

Marksist Öncülleri Çiğnemek

Ama bu baylar bir de Marksist geçiniyorlar. Bu davranışlarının onların kendi Marksist geçmişlerinin öncüllerini nasıl unutarak veya çiğneyerek böyle bir durumu savunabildiklerini de göstermek gerekiyor
Bir Marksist her şeyden önce, somut koşulların somut tahlilinden hareket eder. Hayat hiçbir zaman düz bir yol izlemez. Diyalektik demek koşulları mümkün olan tüm karmaşıklığı içinde, birbiriyle karşılıklı etkisi içinde ele alabilmek demektir.
İstanbul’dan Ankara’ya gitmek için arabaya bindiğinizde, ayağınızı gaza basıp, direksiyonu düz tutup gitmeye kalkın bakalım. Gidemezsiniz. Karşıdan araba geliyorsa hız keser önünüzdeki arabanın arkasına geçersiniz; yol serbest ve arabanızın gücü varsa hızlanırsınız; yol tıkalıysa, tıkanmaya takılmamak için yan yollara sapar hatta bir süre gitmek istediğiniz yönün tamamen zıddına bile gidebilirsiniz.
Basit bir fiziki yolda ve ilişkide bile gidiş böyle karmaşık iken; hedef ve o hedefe ulaşmak için yollar ve araçlar konusunu, toplumsal ve siyasal mücadelelerin karmaşıklığı içinde varın siz düşünün.
Bu nedenle, Marksistler her zaman, her durum için geçenli reçeteler olmadığını; gerçekliğin somut olduğunu, A durumunda doğru olanın koşullar değiştiğinde en yanılış davranış olabileceğini söylerler. Bu nedenle politikada asla “asla” demezler.
Önemli olan o verili koşullarda, nihai amaca, yani yeryüzünden sömürü ve baskının kaldırılmasına ve bu nihai amaç için belirlenmiş stratejik hedeflere, örneğin bir orta doğuda demokratik bir cumhuriyetin kurulmasına, azama katkının nasıl yapılacağı, hangi örgüt ve mücadele biçiminin buna azami katkı sağlayacağı sorunuyla ilgilenirler.
Bu nedenle politikada, bir kimseden, AKP ile veya CHP ile ittifak yapmamalısın diye bir koşul getirilemez. Öyle koşullar olur ki, önceden bilinemez. İşte en somut örnek Kobani, koşular ve konjonktür öyle oldu ki, ABD PKK’ya silah verdi; vermek zorunda kaldı ve PKK da bu siyahlara kendi iman gücünü katarak IŞİD’e hiç tatmadığı bir yenilgi tattırıp, onun yenilmezlik efsanesini söndürdü.
Lenin’in Alman Genelkurmayı ile ittifak yapıp onların kurşunlu treniyle Rusya’ya gittiği veya Mao’nun Japonlara karşı Çan Kay Şek ile ittifak yaptığı gibi daha sosyalist hareketin tarihinden nice örnek verilebilir.
Ama bunca uzağa gitmeye bile gerek yok.
Uzlaşma yok bir anarşist palavrasıdır.
Herkes her an uzlaşmalar içindedir. Sorun o uzlaşmaların neye hizmet ettiğindedir.
Şu an bizler hepimiz, en uzlaşmaz ve nihilist görünenimiz dâhil, kendini Türklük ile (Türklüğü de ırkla ve kanla) tanımlamış gericinin gericisi, mutlak merkeziyetçi Türk devletinin yurttaşlarıyız. Bu devlete vergi vermemiz; okullarına gitmemiz; kanunlarına uymamız bir uzlaşmadan başka nedir ki? Türk devletiyle ve en ırkçı Türk milliyetçiliğiyle uzlaşmış olmuyor muyuz bu devlete vergi verir; askerlik yapar; çocuklarımızı onun okullarına yollarken. Uzlaşma yapmamak demek, bu devletin hiçbir yasasını tanımamak; onlara uymamak, bu devletin verdiği kâğıtları kabil etmemek; onun verdiği hüviyeti ve pasaportu yırtıp atmak; onun parasını kullanmamak demektir.
Var mı bunu yapabilecek devrimci yiğit?
Bütün bunları bizim hızlı komünist ve de Marksist ve hatta Troçkist başlarımız yapacaklar ve bir de sonra burnundan kıl aldırmaz keskin devrimci Marksist pozlarda, HDP’ye AKP ile koalisyon yapmayacağını ilan etmezsen sana oy vermiyorum diyecekler.
Sen önce egemen ulustan bir insan olarak, bu Türklükle tanımlanmış; Türklüğü de ırkla ve kanla tanımlanmış bu devletle ve milletle niye uzlaşıyorsun önce onun hesabını var.
Türk sosyalistleri (hâşâ onlar Türk olmaz, onlar sosyalisttir, marksist'dir, komünisttir, feministtir, çevrecidir vs. ama asla Türk değildirler!) kendini talibine ha bre yeni koşullar sunan şımarık gelinlere benziyorlar. Beşi bir yerde takmazsan olmaz, bir de buzdolabı, çamaşır makinesi istiyorum, koluma beş tane de bilezik. Bulmuşunuz demokratik özlemleri olan, “Türkiyelileşmek” isteyen gariban Kürtleri satın bakalım kendinizi böyle ağırdan. Gün ola devran döne.
*

Marksizm’e Göre İttifaklar

Marksizm’de bu genel sistemin, (yani mutlak reçetelerin olmadığı) yanı sıra ittifaklar konusuna nasıl yaklaşılır?
İttifakların koşulları kişilere veya partilere göre veya ahlaki ölçülere göre yapılmaz.
Kimin ahlaklı kimin ahlaksız olduğunu ölçecek ahlaki kriterler ve bir ahlak zabıtası da yoktur.
İsa’nın dediği gibi ilk taşı hiç günahı olmayan atsın.
Siyasi hareketlerden somut hedefleri bağlamında, kendi programları bağlamında ilişki beklenir.
HDP’nin programı ortada, HDP sözcüleri de her yerde programımızı kabul ettikten sonra niye olmasın diye verilebilecek tek doğru cevabı veriyorlar.
Hal böyle iken, belli bir parti ile ittifak yapılmayacağını dayatmak Marksizm'in bu en temel öncüllerini unutmak veya çiğnemektir.
*

Yığın Düzeyi ve Psikoloji Boyutu

Kaldı ki, işin bir de daha taktik için taktik denebilecek ve psikolojik boyutu vardır.
HDP yöneticileri bilmiyorlar mı AK ile aralarında bir kan uyuşmazlığı olduğunu ve bu bilgiyle pek ala AKP ile asla koalisyon kurmayacağız demeyi. Kürt hareketi 30 yıldır politika içinde piştiğini herkese gösterdi ve gösteriyor.
Böyle demeleri yanlış ama diyelim ki bu seçimde CHP’lilerin oylarını almak ve onların gönlünü okşayacak şeyler söylemek için böyle diyorlar.
Bu yanlış olurdu ama böyle dememelerinin ardında başka bir neden de var.
Çünkü bütün halk psikolojisi gösterir ki, uzlaşmazlık izlenimi veren davranışlar geniş seçmen kitlelerinde olumlu bir etki yaratmaz. Bu da oyları olumsuz etkileyebilir. Çünkü kim güler yüzlü ve uzlaşmalara açık bir profil çizerse o kazanır.
Kaldı ki, HDP’nin ayrıca buna diğer partilerden daha fazla da ihtiyacı vardır. Çünkü bunca yıl en ağır psikolojik savaşın nesnesi olmuştur. VE halen Türk devletiyle savaş halindeki, ama ateşkes yapmış bir hareketin ve örgütün bir uzantısı olarak görülmektedir.
Öte yandan, HDP’nin esas oy alacağı ve ona barajı aştıracak kesim, AKP’ye oy veren Kürtlerdir. Bunlar tam kritik bir tereddüt içindeyken, onlardaki ön yargılar ve tereddütler tam yıkılmak üzereyken, birden bire, biz AKP ile koalisyon yapmayacağız demeleri, sadece temelden yanlış olmakla kalmaz, savaşta bu psikoloji faktörünü, önyargıları yıkmak için gerekli manevralar ve esneklikten yoksun olacağı için de yanlış olur.
DİP HDP’yi adeta tam da yanlış olanı yapmaya zorlamaktadır. VE böylece Erdoğan’a hizmet etmektedir.
*
Ayrıca var sayalım ki, HDP tutarsız bir partidir.
Sen devrimci bir parti isen, seçim bir referandum karakteri taşımasa bile, seçimleri önemsemiyorsan, görevin gerici partiler karşısında HDP’ye oy verilmesini istemektir.
Hem HDP’yi programatik olarak eleştirirsin; hem de HDP’ye oy verilmesini istersin. Marksist tavır bu olur.
*

Sonuç

Bu itirazları ve eleştirileri uzatmak mümkün. Söylenenleri özetlersek:
DİP’in pozisyonu, bu seçimlerin referandum karakterini es geçtiği için yanlıştır
Referandum karakteri olmasaydı bile yine de HDP’ye oy verilmesini istemek gerektiği için yanlıştır.
“Uzlaşma yok” palavrasını zımnen savunduğu için yanlıştır
Uzlaşmaları somut programlara değil, belli somut kişilere veya partilere bağladığı için yanlıştır.
Psikoloji ve taktik içinde taktik faktörlerini görmezden geldiği için yanlıştır.
Ama böyle bir zamanda böyle bir ültimatom olarak sadece bir politik yanlış değil; en kötüsünden bir provokasyondur.
*
Neden böyle intihar ederce provokasyon yapar duruma düşüyorlar?
Çünkü DİH de aslında ulusalcı bir partidir. (Dikkat edin milliyetçi veya ulusçu demiyorum. Zaten bütün dünyadaki sol ve sosyalistler milliyetçidir. Çünkü milliyetçilik tanımları milliyetçilerin milliyetçilik tanımlarıdır.)
Doksanların duvarın yıkılmışlığı ve özel savaşın zirve yapmışlığı koşullarında var olabilmiş bütün bu ulusalcı partiler şu aralar son saatlerinin geldiğini görüyorlar.
HDP barajı aştığı takdirde, ta doksanların başından beri yerleşmiş özel savaş rejimi ve ideolojisi ciddi bir yenilgi alacaktır.
Bu zehirle atmosferde var olabilmiş bu küçük sol ulusalcı örgütler için yolun sonu demektir.
Bu güne kadar varlıklarını borçlu oldukları koşulların ortadan kalkma olasılığı ortaya çıkmış bulunuyor. Bunu içgüdüleriyle görüyorlar, seziyorlar. Son bir hamleyle, kendi varlıklarını koruyan koşulların devamı için ortaya atılıyorlar.
Ama her ortaya atılan, aynı zamanda kaderini bu seçimlerde HDP’nin başarısızlığına bağladığını itiraf etmiş ve aynı zamanda kendi kaderini çizmiş oluyor.
Türk sosyalistleri (Bütün dünya sosyalistleri gibi) milliyetçidir. Ama kimileri ulusalcıdır. Ulusalcılık milliyetçilikten farklıdır. Ulusalcılık milliyetçilik içinde gerici milliyetçiliğin bu devleti ve milleti yaşatmaya göre program ve strateji çizmiş versiyonudur.
Bu versiyon, bütün stratejisini, bu devlete karşı mücadeleyi ikinci plana atan, ekonomi, (zamanına göre bu ekoloji de olabilir) “sınıf temelli”, “emek eksenli” mücadele diyerek, yani ileri kaçarak, demokratik görevlerden kaçan; demokratik hedefleri olan Kürt özgürlük hareketinden uzak duran çizgiyi ifade eder.
Ulusalcılık sadece Kürt hareketine yakın uzak olmakla ilgili değildir; ulusalcılar içinde pek ala Kürt hareketi ile ittifak yaparak bu devleti yaşatmaya çalışan bir stratejiyi izleyen farklı akımlar da olabilir.
Ama hepsinin ortak bir özelliği vardır: demokratik özlemleri ve hedefleri ikinci palana atan “antiemperyalist” veya “antikapitalist” “işçici” bir söylemin ardına gizlenmek.
Şimdi bu dünya yıkılıyor.
Bazı bakteriler oksijende yaşayamazlar. Oksijen onlar için öldürücü etki yapar; Bazı bakteriler ise, oksijensiz ortamlarda yaşayamazlar.
Şimdiye kadar ÖDP, TKP, DİP vs. gibi örgütler bu oksijensiz ortamda üreyen, yaşayabilen bakteriler gibiydiler. Onları yaşatan atmosferde biz soluk alamıyorduk.
Eğer HDP yüzde onu geçerse, bu oksijensiz atmosferin değişimi hızlanabilir; bizlerin soluk alabileceğimiz bir atmosfer gelişebilir.
Bunun kendilerinin sonu olduğunu görüyorlar ve son bir gayretle bu oksijensiz atmosferin sürmesi için ortaya atılıyorlar.
DİP’in bildirisi ve provokasyonu bundan başka bir anlama sahip değildir.
Bu bildirisiyle, açıkça CHP’lilerin, ulusalcıların, kimi Hazirancıların yanında saf tutmuş bulunuyor.
Demir Küçükaydın
26 Nisan 2015 Pazar




Hiç yorum yok: