13 Kasım 2013 Çarşamba

Gezi Parkı ve Sol Hareketler

12 Kasım 2013’te İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyoloji Kulübü’nün düzenlediği Gezi Parkı ve Sol Hareketler başlıklı etkinliğe yollanan bildiri.

Önce konu tanımlaması ve sınırlaması yapmak gerekir kanımca.
Başlık “Gezi Parkı” olmakla birlikte, bununla sadece Gezi Parkı eylemlerini veya oradaki 15 gün kadar süren “Komün” değil;  en azından 31 Mayıs’ta başlayıp Haziran ortasına kadar epey yüksek bir tempoda devam ettikten sonra, genel bir azalma eğilimiyle, Parklara çekilerek neredeyse Temmuz sonlarına kadar süren ve bütün Türkiye’de, özellikle Alevilerin yoğun olduğu yerlerde ve bazı büyük şehirlerde süren kitle hareketlenmesi anlamında kullanılacak. Genellikle bu anlamda kullanıldığından “teamüle uygun” olacağını sanıyorum.

Sol Hareketler” kavramı da, CHP’nin solunda kalan, sosyalist hareketler ve bağımsız bireylerin oluşturduğu nebülöz, yığışım ya da yoğunluk anlamında kullanılacaktır. Bunlara “marjinal sol” ya da “radikal sol” dendiğini de biliyoruz.
Bunların ilişkisini, ilişkinin karakteri ve evrimine ilişkin kimi gözlem ve sonuçları ele almaya çalışalım.
*
Gezi Hareketinin ana kitlesi ile bu sol arasında çok temel bir fark olduğu genellikle kabullenilmektedir. Elbette gri bölgeler ve geçişler vardır. Sol elbette Gezi’nin ve Gezi de bir şekilde bu solun içindeydi. Ama bunların tamamen farklı karakterde, farklı özellikler gösteren bir yapısı olduğu da görmezden gelinemez.
Örneğin bu iki öznenin yaş ortalamaları (Gezi 35 altıydı, Sol örgütlerin esas kitlesi ise 35 üstüydü), nicelikleri (gezi yüz binlerle, bu hareketler yüzlerle), toplumsal yapıları, internet ve dijital araçlarla ilişkileri (Gezi bunlarla örgütlenirken, sol bunları efektif kullanmaktan çok uzaktı) farklıydı.
Ancak ilişkilerin özünü bunlar değil, çok daha derindeki bazı özellikler belirliyordu.
Sol, neredeyse 30 yılı aşkın sürelik birbiri beşi sıra gelmiş yenilgilerin ağır yükü altında ezilmiş, birbiri peşi sıra gelen yenilgilerin demoralize ettiği; büyük ölçüde bürokratlaşmış, hiçbir entelektüel ve teorik canlılık göstermeyen, küçük ve etkisiz gruplarda örgütlü durumundaydı.
Gezi’yi oluşturan geniş kitlede ise, bu uzun yenilgilerin yarattığı ideolojik, entelektüel ve kültürel ve ahlaki atmosferde büyümüş ve yaşamış olmasına rağmen, yenilgilerin sonuçları onlar için karşılaştıkları nesnel koşullar, içine doğdukları ortam olduğundan, bir yenilginin travmasını ve acılarını yaşamamıştı. Tabakhanede çalışan işçi o ufunetin kokusunu almaz.
Başkasını bilmedikleri için, yaşadıkları dönem onlar için bir yenilgi değil, aksine belli bir yükseliş anlamına bile geliyordu. Çünkü en azından son on yılda, gerek nadasa bırakılmış bir toprak durumundaki ekonominin, gerek uluslar arası konjonktürün ve bol döviz akışının da yardımıyla hızlı büyümesi; bunun yarattığı belli bir talep; bu büyümeden alt sınıflara aktarılan payın büyümüş olması vs, bambaşka bir ruh halini ve beklentiler dünyasını besliyordu. Bu bakımdan Gezi, bir yanıyla Avrupa’daki 68 gençliğine benziyordu. 68’liler de savaş sonrasının tarihteki kapitalizmin en uzun büyüme döneminde yetişmişlerdi[1].
Gezi patladığında Türkiye, terk edilmiş ya da yatakları tükenmeye yüz tutmuş bir madenci kasabasından ziyade, yatakların yeni bulunduğu, bir tür altına hücumun yaşandığı dinamik ve gençliğini soluyan bir madenci kasabası görünümü sunuyordu. Gezi’yi oluşturan kuşaklar en azından ergenlik veya ergenlik sonrası dönemlerini böyle yaşamışlardı.
Doksanlı yılların özel savaş dönemini bile yaşları gereği pek bildikleri söylenemezdi. Yani sadece solun yenilgilerin travmasını bilmemekle kalmıyorlar, Kürdistan’daki savaşın travmasını da yaşamamışlardı veya çok küçükken yaşadıkları için algılamamışlardı.
Gezi başladığında, Gezi’yi oluşturan geniş kitle ile Sol arasında her şeyden önce böyle çok temelden bir fark vardı.
Örneğin benzer bir fark, 68’de de vardı. Ama sol örgütlerin ardında peş peşe yenilgiler değil, aksine hala anıları taze olan ikinci dünya savaşındaki faşizme karşı başarılar; sosyal haklar alanında birbiri peşi sıra elde ettikleri kazançlar, sosyal devlet uygulamaları;  dünyanın başka yerlerinde (Vietnam) birbiri peşi sıra başarılar vardı.
Tabii bunlara bağlı olarak örgütler her ne kadar bürokratik bir yapıda da olsalar, bir kitle örgütü karakterleri ve ağırlıkları vardı.
Tabii bu zaferler, aynı zamanda radikalleşen 68’e sosyalist fikirleri aktarma veya hareketin bu fikirlerle hızla buluşma olanağını yaratıyordu. Her yerde hareketin genç öncüleri sosyalistler arasından çıkıyordu.
Türkiye’deki Gezi’de ise, Sol’un ne entelektüel ve moral bir üstünlüğü; ne de maddi gücü vardı.
Bu nedenlerle Gezi ile Sol neredeyse birbirine tamamen ters özellikler gösteren yapılardır ve aralarında bir bakıma yapı ve doku uyuşmazlığı vardır. Bunların ilişkisinin uyumluluğu bir yana, doğru dürüst bir ilişki kurmaları bile beklenemez. Ancak yine de bir ilişki vardır ve bu hiç de çok kötü bir bilanço vermemektedir.
*
Gezi tamamen kendiliğinden bir hareket olarak patladı.
Ama en kendiliğinden patlamaların bile boyası kazılınca altından eski bir komünistin veya anarşistin çabasının kızıl astarı ortaya çıkar. Bütün yukarıda sayılan olumsuzluklara rağmen, gezinin o kendiliğinden ortaya çıkışında, yine de solun belli bir işlevi oldu kanımca.
Eski sosyalistler ve eski yenilgilerden bir tortu olmasaydı, Gezi yine de olamaz ve bir hareket olarak ortaya çıkma ve billurlaşma olanağı bulamazdı.
Bunu yağmurların oluşmasına da benzetebiliriz. Eğer havada toz zerrecikleri, bakteriler vs. olmasa, nem oranı ve ısı gibi koşullar ne kadar uygun olursa olsun yağmur damlacıkları oluşamaz. Sütün içine birazcık olsun yoğurt atmazsanız o yoğurda dönüşemez, kesilir. Kimyasal ya da biyolojik süreçlerde olduğu gibi, toplumsal süreçlerde de birçok durumda az da olsa bir mayaya, bir katalizatöre ihtiyaç vardır.
Örneğin Gezi Hareketinin ortaya çıkışında önemi görmezden gelinemeyecek olan, Sırrı Süreyya Önder’in atlayıp kepçenin önüne durmasını ve yıkımı durdurmasını göz önüne getirelim.
Sırrı Süreyya aynı zamanda o soldan bir zamanlar hapis yatmış bir insandır. Yani solun o gözle görünmez tortusu, o kendiliğinden olayın başlatıcılarından biridir denebilir.
Bir başka örnek olarak Beşiktaş Çarşı’yı ele alabiliriz. Evet, Çarşı politik bir organizasyon değildir ama özellikle 70’lerde radikalleşmiş, fakat var olan örgütlerde kendini bulamayan, epeyce eski solcu Çarşı’ya ruhunu vermektedir. Bir bakıma örgütler dışında kalmış solcuların bir buluşma noktası, dolaylı bir politika yapma alanı ve olanağıdır da Çarşı. Çarşı’da da solun tortusu, geleneği bir şekilde örgütler dışı bir biçim altında vardır.
Keza Gezi’de, başlamadan önceki dönemde, ilk direnenler içinde en başta sol örgütlerden gelenlerin bulunduğu hiç de görmezden gelinemez. Ve nihayet Polis’le çatışmalarda, Polis’ten onlarca yıldır dayak yemiş ve belli bir şerbetlenme veya bağışıklık kazanmış solcuların, binlerce küçük örneğinin, polis korkusunun atılmasındaki etkisi de görmezden gelinemez.
Bütün bu gözlemler ve veriler ışığında, eski solun gelenekleri ve tortusu Gezinin oluşmasında ve bir saman yangını gibi büyümesinde bir katalizatör, maya işlevi görmüştür denilebilir.
Yine Çarşı ve Sırrı Süreyya örneğini göz önüne alınırsa şöyle bir eğilimin vardığı da görülmektedir. Solun bu katalizör etkisi, daha örgütler dışı unsurlar aracılığıyla etki göstermiştir denebilir.
*
Taksim Gezisine yerleşildikten, büyük ayaklanmadan sonraki döneme gelince Sol ve Gezi’nin ilişkisinde şu gözlemler yapılabilir.
Bu aşamada da bağımsız solcuların, uzun zamandan beri hareketten ve örgütlerden uzak durmuş pasif duruma geçmiş solcuların aktifleştiğini ve hareketin içinde yer alıp, onu adeta örgütlerin itici ve dağıtıcı olabilecek etkilerinden korumaya çalıştığı söylenebilir.
Bağımsızlar, hareketi örgütlü gruplardan daha iyi anlamış ve değerlendirmişlerdir genel ortalamaya bakıldığında.
Sol örgütler ise, bayrak göstermek ve hareketin başını bağlamak eğilimindedirler. Taksim’de, bütün sol örgütlerin çadırları vardır ama gerçek kitle başka bir yerde ve dünyadadır. Sol örgütler bu geniş kitlenin eğilimlerine karşı durdukları takdirde herhangi bir etkilerinin olamayacağını görmüşlerdir ve onların eğilimlerine uygun davranışlar göstermektedirler. Ama harekete bir bütün olarak söyleyecekleri hiçbir şey yoktur.
Sol örgütlerin etkisi bir yana, etkili olmasa bile eğer bürokratlaşmış yapılar olmasalar, harekete söyleyebilecekleri çok şey vardır. Ancak onlar hareketin demokratik karakterini kavramaktan ve bu yönde hazırlıktan yoksun oldukları için, hemen hemen hiçbir şey söyleyemez durumda kalmışlardır. Gezi esnasında ve sonraki dönemde sol örgütlerin yayın ve bildirilerine bakıldığında bu açıkça görülür. Gezinin örgütlenme biçimleri, mücadele biçim ve taktikleri, programı gibi konularda tam bir suskunluk ve önerisizlik vardır.
Sol en somut örgütsel ifadesini Taksim Dayanışma’da buluyordu. Burada neredeyse bütün sol örgütler toplanmıştı. Bu organ, Gezi hareketini temsil etmiyordu, onun ifadesi değildi ama Gezi tamamen örgütsüz olduğu için, hareket bir şekilde onu belli bir ölçüye kadar, kerhen ve bir emri vaki olarak kabul etti ya da onun varlığına karşı çıkmadı bile diyebiliriz.
Elinizde bir çekiç yoksa ve bir çivi çakacaksanız, çekiç yerine bir taş veya havaneli ile de bu işi belli bir ölçüye kadar yapabilirsiniz. Tabii bu arada çivi eğrilir, tam yerine oturmaz veya parmağınızı ezebilirsiniz.
Taksim Dayanışma ile Gezi’nin ilişkisi biraz böyleydi. Hareketin kendisi örgütsüzdü ve bu örgütsüzlük içinde, Taksim Dayanışma, bu örgütsüzlüğün yarattığı kimi sorunları bir ölçüde giderebiliyor; kamuoyuna Gezi’nin belli eğilimlerini yansıtabiliyordu. Tabii örgütler de bu geniş hareketin eğilimlerini hesaba katarak kendi eğilimlerini dayatma gibi bir yöneliş içinde olduklarından veya olmak zorunda bulunduklarından, bu belli bir ölçüde Gezi’nin de eğilimlerinin ifadesi oluyordu.
Sol ile Gezi’nin ilişkisi esas olarak bu biçimdeydi diyebiliriz.
Bu yine de çok olumsuz bir sonuç değildir. Hatta sol genel olarak Gezi karşısında nispeten basiretli davranmıştır, en azından dağıtıcı olmamıştır bile denebilir. Aynı şekilde Gezi’nin de Sol’a karşı çok dışlayıcı olmadığı, düşmanca bir davranış göstermediği söylenebilir.
Karşılıklı bu kabullenmenin bile solun eski mücadelelerinin bir tortusu olarak görülebileceğini düşünüyorum.
*
Ancak Solun bundan ötesinde hareketi ilerletici hiçbir işlevi olmadığını, ona ne program, ne örgütlenme araçları ve imkânları, ne yaratıcı yeni mücadele biçimleri ve taktikler önermediğini söyleyebiliriz.
Bütün yaratıcı mücadele biçimlerinin hepsi neredeyse sol örgütlerin dışından geldi.
Solun yapabilecek olup da yapmadıkları ise pek çoktur.
Örneğin Taksim Dayanışma, tüm Türkiye’deki direnişçileri, Türkiye çapında talepleri tartışmak üzere derhal forumlar kurmaya; farklı programlara göre tartışmaya, farklı programlar etrafında yoğunlaşmaları; gerçek oranlarıyla yansıtan delegeler seçmeye ve belli bir tarihe kadar bunları Türkiye çapında bir genel Gezi Meclisi ya da Forumuna yollamaya çağrı yapabilirdi; bunun alt yapısını hazırlayabilir hamallık kısmını rgütleyebilirdi. Böylece Gezi kendi içinden çıkardığı bir organa sahip olabilirdi. Bu takdirde, hem geniş mücadele eden kitle Türkiye ölçüsünde örgütlenmiş olabilir; hem de bir talepler manzumesinin neler olacağına ilişkin bir tartışma başlatılabilir ve talepler şekillendirilip somut talepler halinde bir demokratik devrim anlamına gelebilecek bir program bile ayaklanmanın bayrağına yazılabilirdi.
Ama bunun için, örgütlerin temsilciliği ve ittifakları üzerinden kurulmuş Taksim Dayanışma gibi bir organın, kendini en kısa zamanda harekete katılanların temsilcilerine bütün yetki ve sorumluluğu vereceği bir hazırlık komitesi gibi işlevlendirmesi ve bunu ilan etmesi gerekirdi. Tabii bunun için de böyle bir perspektif. Bu parspaktiften yoksunluk sadece Gezi’yi değil, HDK’yı da inmelendirmiştir.
Taksim dayanışma ya da sol örgütlerin,  böyle bir şeyi düşünmemiş ve yapmamış olması bile onların Gezi’nin gelişimini engelleyen bir yapı olduğunu gösterir.
*
Burada solun kendi içindeki ayrımlara da dikkati çekmek gerekiyor.
Sol içinde iki temel farklı akım olduğunu söyleyebiliriz. Bir yanda CHP’ye yakın olan, ulusalcılara yakın olan sol (TKP, Halk Evleri, ÖDP vs.); diğer yanda Kürtlere yakın olan, daha radikal ve genellikle HDK içinde yer alan sol.
CHP’ye yakın olan sol, Ulusalcıların (Aydınlık, TGB, Kemalistler) tepki göstereceği, böylece hareketin bölüneceği bahanesinin ardına gizlenerek, harekete Kürtlerin ve Radikal İslamcıların katılmasını, hareketin Kürt ve İslam karşıtı olmadığına dair mesajının verilmesini ve onları harekete çekmeyi engellemeye çalıştılar.
Buna karşılık Kürtlere yakın olan sol, daha radikal sol, bunlara karşı durdu ve örneğin Cuma namazı kılan İslamcılara garanti ve koruma vererek ulusalcıların etkisini nötralize ederek, Gezi’nin kendi demokratik mesajını verecek kanallar açmasını sağladı.
Bu da Gezi’nin ruhuna, demokratik eğilimlerine uygun düştüğü için, hemen büyük bir coşkuyla karşılandı ve benimsendi. Bu benimseme karşısında CHP’nin etki alanındakiler veya ulusalcılara yakın olanlar da bu eğilime ayak uydurmak zorunda kaldılar.
Özetle Kürtlere yakın Sol, ulusalcıları ve ulusalcıları gözetenleri dengeleyerek, Kürtler ve Politik İslam’a yer açarak, Gezi’nin kendisini ifadesini kolaylaştırmıştır.
Ama bu sol diğerleriyle birlikte, hem gezinin demokratik karakterini kavramadığı için politik olarak; hem de örgütsel temsilcilikleri aşan, geniş kitlelerin bireysel katılımları ile oluşacak organ ve yapılar için hiçbir şey yapmayarak; hatta varlığıyla bunu engelleyerek, Gezi’nin en kritik döneminde Gezi’nin gelişmesini engellemiştir denebilir.
*
Bundan Sonra hareketin Parklara yayıldığı, Taksim’den sürüldüğü bir buçuk aylık dönem gelir.
Parklara sığınma da bizzat hareketin kendisinin, daha doğrusu Beşiktaş Çarşı’nın kendiliğinden bir buluşu olmuştur[2].
Parklarda da aynı şekilde başlangıçta ilk teknik ihtiyaçların örgütlenmesini üstlenerek, etki sağlamaya çalışmışlardır ve bütün perspektifleri bu düzeyde kalmıştır. Ancak manüplasyon denemeleri tepki görünce geri adım atmışlar; tıpkı Gezi’de olduğu gibi ne programatik ne de örgütsel bir perspektif ve olanaklar sunmamışlar ve sunamamışlardır. Hatta genel eğilimlere ters düşmeden ve fazla dikkati çekmeden günlerinin gelmesini beklemişlerdir denebilir.
Parklardaki hareketin Türkiye çapında gerçekten halkın kendini yönettiği organlar ve örgütlenmeler yaratması gibi bir perspektifleri olmamıştır.
Hareket iyice dağıldıktan sonra ise, bu sefer küçük sol gruplar arasındaki egemenlik mücadeleleri ve rekabetler, manüplasyonlar artmış ve bu da ayrıca zaten epeyce zayıflamış olan parklardaki katılımcıların uzaklaşması sonucunu yaratmıştır.
Hareketin Parklarda çalışma gruplarına bölünmesi buna paralel olarak bir merkezi ve politikanın tartışılacağı bir organ oluşturulma ya da biçim yaratma yoluna gidilmemesi, yani tek yönlü der kafalı pratikçiliğe yönelip genel programatik ve siyasi sorunlardan ve  mücadeleden kaçması; bunun belirleneceği organlar yaratmayı önüne bir görev olarak koymaması; hareketin bir bakıma sonunu getirdi diyebiliriz.
Ama bunda en büyük günah, bizzat Solun kendisine aittir. Bu yönde hiçbir çabası olmadığı gibi, böyle bir organlaşma ve tartışma içinde, kendi varlığının tehlikeye düşeceğini gördüğü için, bu konunun gündeme alınmasını bile engellemeye çalışmıştır.
Çünkü böyle bir tartışma ve organ ancak tam bir bireysel temsil üzerinden ve farklı görüşlerin farklı programlar halinde kendilerini ifade edebilmeleri; farklı politik programlar arasında bir tartışma ve uzlaşmalar yapılabilmesi üzerinden gerçekleşebilirdi. Ama böyle bir yapıda örgütler ancak üyelerinin görüş ve etkileri ölçüsünde etkili olabileceklerinden ve bu etkinin çok sınırlı kalabileceğini, hatta kendi yapılarının bile böyle bir yapılanma karşısında dağılabileceğini gördüklerinden bir engel haline geldiler.
Böylece giderek katılımı azalan forumlar da bazı sol grupların onu araçsallaştırma ve kendi beklentileri yönünde manüplasyon çabalarının bir alanı oldu.
*
Ancak, bu eleştirileri yapan, aynı zamanda Gezi süreci boyunca bütün bu önerileri de yapmıştır.
Yani Sol’a eleştirimiz sadece burada sözlü olarak değil, aynı zamanda fiili, eylemli ve somut bir alternatif teori ve pratik olarak da var olmuştur.
Ama Sol’a bu eleştirileri yapan da, Gezi’ye eylem içinde önerileri yapan da, yani bu satırları yazan da Sol’dur.
Ama bu başka, bilinmeyen, lanetlenmiş bir soldur. Teorik olarak eleştirdel ve yaratıcı; günahların yükünü taşımayan; moral üstünlüğü bulunan bir soldur.
Gezi ile politize olan ve radikalleşen yeni kuşak ve Gezi denen hareket ilerledikçe bu zındık, eleştirel, hetorodoks Sol’la karşılaşacaktır.
1968’de, o zamanki bütün sol ve bürokratlaşmış örgütlerin muazzam kitlesel gücü ve prestijine rağmen, bunların büyüsüne kapılmadan, Troçki, Rosa, Marcuse, Che gibilerini keşfetmişti. Radikalliğinin ihtiyacı olan teorik gıdayı oralarda bulabiliyordu.
Benzeri Türkiye’de de olmuştu, Dev-Genç, Kıvılcımlı’yla buluşmuştu.
Gezi eğer yaşamaya devam ederse, bu devrimci ve eleştirel Marksizm'in mirasıyla da er veya geç buluşacaktır.
11 Kasım 2013 Pazartesi
Demir Küçükaydın




[1] Yoksulluğun isyanlara yol açtığı mekanik bir anlayıştır. Hatta tam tersine büyüme dönemlerinin özellikle işçilerde ve diğer ezilenlerde kendine güveni arttırarak böyle ayaklanmaları beslediği bile söylenebilir.
[2] Şu adreste Park Meclislerin Abbasağa’da ilk kez nasıl ortaya çıktığının ayrıntılı bir hikâyesi bulunmaktadır:

Hiç yorum yok: