29 Temmuz 2013 Pazartesi

Gezi Hareketi, HDK, Sırrı Süreyya ve Adaylık

Dün, HDK’nın Kadıköy’de yapılan olağanüstü İstanbul kongresinde, Sırrı Süreyya’nın yaptığı konuşmada, neredeyse İstanbul belediye başkanı adayı olduğu anlamına gelecek bir konuşma yaptığı anlaşılıyor. Kendisi bunu kast etmediyse bile herkes öyle anlamıştı. Bugün gazetelerde de bu anlamda haber ve yorumlar var.
Bu vesileyle konuya ilişkin radikal demokrat bir yaklaşımın ne olduğunu ve olması gerektiğini ele alalım.
Gezi Hareketi bu devlete ve sisteme karşı bir direniş, toplumun bir alternatif örgütlenme denemesi anlamına geldiği sürece genişleyebilir, birleştirebilir ve toplumu değiştirme özelliğini koruyabilir.
Bunun için de daha yolun çok başındadır. Burada “alternatif bir toplum” derken kimilerinin anladığı türden, bu toplumun içinde sözüm ona küçük başka toplum adacıkları anlamına gelen çocuksu bir ütopizmden söz etmiyouz. Her şeyden önce bu devlete alternatif bir devletten söz ediyoruz. Bu devlet Türklükle tanımlamışken, merkezi ve bürokratik bir aygıt olarak orada duruyorken alternatif olmak demek, Türklükle tanımlanmamış, merkezi ve bürokratik olmaya karşı bir iktidar demektir. Alternatif olmaktan bunu anlamayan her söz var olan devletin ve sistemin destekçisi olmaya mahkûmdur. Şunu akıldan biran için çıkarmamak gerekir: En gerici milliyetçilikle tanımlanmış, merkezi, bürokratik, militer bu devlet bir demokrasinin ve halkın kendi egemenliğinin aracı olamaz.
Yani Gezi Hareketi, Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı bir Demokratik Cumhuriyet’in tohumu olmalıdır. Bir alternatif örnek olmalıdır.
Bu devlet Türklerin devleti ise, Gezi Hareketi Türklüğün, Kürtlüğün hiçbir politik anlamının olmadığı, kişilerin özel sorunu olduğu, herkesin ana dilinde eğitim hakkı olduğu; herkesin aynı insanlık tarihini okuduğu; diyanetin olmadığı vs. bir devleti savunmalı ve örneğini sunmalıdır; yani Türklerin değil, demokratların devleti olmalıdır tabiri caiz ise.
Bu devlet vali ve kaymakamlar eliyle merkezden yönetiliyorsa, Gezi Hareketi merkezin hiçbir iktidarının olmadığı, merkezi iktidarın ancak mahalli birimlerin kendi rızalarıyla verdikleri kadar bir yetkisinin olduğu bir devleti savunmalı ve örneğini sunmalıdır.
Bu devlet, fikir, örgütlenme özgürlüklerini kısıtlıyorsa, Gezi Parkları, forumları bu özgürlüklerin sınırsızca kullanıldığı ve kullanımının garanti altına alındığı özgürlük adaları olmaya çalışmalıdır.
Bu devlet basın, yayın, medyayı devletin ve sermayenin eline vermişse, bunları kamulaştırıp, her toplum kesimi ve örgütüne oy oran veya nüfus içindeki oranı ölçüsünde dağıtıldığı bir toplumun örneğini sunmalı ve bunu savunmalıdır.
Bu devlet ticari sırlar, devlet sırları diyor ve ihsanların tüm yaşamını kontrol altında tutuyorsa, Gezi Hareketi, devlet sırları ve ticari sırları tanımadığını; devletin, şirketlerin, kurumların her türlü karar, toplantı, uygulama vs. tüm bilgilerinin tüm vatandaşlara açık olmasının örneğini sunmalı ve savunmalıdır.
Bunlar uzatılabilir. Gezi Hareketi bunları toplumun gündemine taşıyıp ezberleri bozmalı, karşı iktidar organları haline dönüşmelidir. Ancak o zaman bir şeyleri değiştirme kapasitesi gösterebilir. Ancak o zaman en geniş kitleleri birleştirebilir ve değiştirecek bir güç birikimi sağlayabilir.
Gezi hareketi içindeki gerçek demokratlar ya da radikal demokratlar esas bu sorunları Gezi Hareketinin gündemine taşımaya çalışmalıdırlar.
Buna karşılık iki farklı eğilim bulunmaktadır gezi hareketi içinde. Biri küçük burjuva ütopyacılığı, diğeri ise burjuva reformizmi denebilir. Ve bunlar birbirine hızla dönüşebilirler.
Küçük burjuva ütopyacılığı, var olan devlete dokunmadan, sözüm ona başka türlü bir yaşamın örgütlenebileceğinden söz eder ve bu sorunlardan kaçmak için hareketi ayrıntılar üzerine yoğunlaştırır. Son duruşmada küçük bir takım sistem içi düzeltmeler uğruna enerjiyi tüketir. Sisteme destek olacak bir reformizme evrilmesi mukadder bir sözüm ona radikallik olarak kalır.
Bir de, burjuva reformist denebilecek, özellikle CHP ve ulusalcılarda görülen, hareketi seçimlerde kimin destekleneceği tartışmasına çekmek isteyenler veya hareketin bir parti gibi örgütlenmesini isteyenler. Yani hareketi bir alternatif devlet ve toplum projesi ve denemesi olmaktan çıkarıp bir muhalif partiye dönüştürmek veya bir partinin etkisine almak isteyenler.
Gezi hareketi buna kesinlikle direnmelidir. Bu tartışmaya girmemelidir. O aday göstermek veya bir partiyi desteklemek gibi bir tartışmaya girdiği an biter ve bu düzenin basit bir parçası olmaktan başka bir işlev göremez.
Gezi hareketi kendi hedef ve taleplerini gerek ülke ölçüsünde gerek şehirler ve bölgeler düzeyinde somut olarak koymalı, bunun için de tartışmayı kişiler veya partiler düzeyinden yapılması gerekenlere, yani programa çekmelidir. Bizzat bu program tartışmasının kendisi esas büyük değişim aracıdır. Hareketi oluşturan bireylerin kime oy vereceğinin kendisinin konusu olmadığını açıkça ortaya koymalıdır.
Diyelim ki İstanbul için, yayanın en baş öncelikli, bisikletin ikinci, toplu taşımanın üçüncü, bireysel vasıtanın ise en pahalı ve zora koşulmuş olduğu bir trafik ve şehircilik sistemini somut talepler halinde nasıl formüle edileceğini veya bizzat bu önceliklerin sırasını tartışmalıdır. Bunu tüm topluma nasıl duyuracağını, bunlar etrafında toplumu nasıl örgütleyeceğini tartışmalıdır. Ondan sonra hareketi oluşturan bireyler, bu konularda adaylar ne diyor diye bakarlar. Tesadüfen önerilenleri yapacağını söyleyen bir aday çıksa bile, o adayı desteklemeyi reddetmelidir, kendini oluşturan bireylerin anlayışına güvendiğini söylemelidir.
Gezi Hareketinin seçimler ve partiler konusundaki tavrı esas olarak böyle olmalıdır.
*
Peki, şimdi ne görüyoruz?
HDK ve sırrı Süreyya Önder tarafından, CHP’den veya ulusalcılardan farksız bir biçimde, Gezi Hareketini bir kimin aday olacağı tartışmasına çekildiğini.
Sırrı Süreyya harekette prestiji olan ve sevilen bir insan. Onun yapması gereken yukarıdakilerdir.  Ama ne görüyoruz, bu rüzgârı arkasına alarak aday olmaktan söz ettiğini. Yani hareketi öldürecek, sistem içine hapsedecek bir tartışmaya çektiğini.
(Aday olsa seçilemez, hatta CHP’ye gidecek kimi oyları böleceği için AKP’nin istediği bir adım anlamına gelir bu somut politika açısından. Kaldı ki, seçilecek bile olsa bundan yüzde yüz emin olsa bile, konuyu adaylığına değil, nelerin yapılması gerektiğine, programa çekmesi gerekir. Devrimcinin, demokratın seçimlere ilişkin tavrı bu olmalıdır.)
HDK şaşırtmıyor. Çünkü HDK zaten içi boş, bürokratik, parçalanması gereken bir kabuktur, bir yüktür.
Halkların Demokratik Kongresi (HDK) Öcalan’ın Türkiye’deki bütün toplumsal muhalif hareketlerin bir arada bulunup, ortaklaşacağı bir kitlesel örgüt önerisi idi; Kürt hareketinin bir ulusal hareket olmaktan çıkıp bir sosyal harekete dönüşmesinin, “Türkiyelileşmesinin” bir yolu olarak önerilmişti.
Ama gerek Kürt hareketine ve özellikle de BDP’ye egemen olan, padişah olsa soğanın cücüğünü yemekten ötesini düşünemeyenler gibi, bağımsız bir Kürt devletinden başka ufku olmayan Kürt burjuvazisi, gerek Türk sosyalist örgütleri, bu öneriyi iğdiş edip, içi boş, bürokratik bir çatı örgütüne dönüştürdüler. (Hem de bunu ilk kongrede bu satırların yazarını sabote ederek yaptılar. Bu karşı devrimin, bonapartist darbenin ayrıntılı hikâyesi Bloğumuzda bulunmaktadır.) Her zaman olduğu gibi Öcalan’ın önerisinin içini boşalttılar. Öcalan bir bakıma tam da bu Gezi Hareketi’nin doğmadan kullanabileceği, içinde örgütlenip kendini hazırlayabileceği bir organ önermişti.
Bu haliyle HDK bir engeldir ve hareketin yıkması gereken, parçalaması gereken bürokratik bir yüktür.
Burada bir kere daha tekrarlayalım. HDK eğer bir parça dürüst demokratlardan oluşuyorsa yapması gereken, örgütsel temsile derhal son verip, tümüyle bireysel katılım üzerinden tüm organlarını alttan üste seçmelidir. Her üyenin tüm üyelere doğrudan ulaşıp çoğunluğu kazanabileceği bir mekanizmaya dönüşmeli ve bunun olanaklarını sağlamalıdır. Ve derhal tüm park forumlarının katılımcılarını üyesi olduğunu ilan etmelidir.
Bunları kimse duymak bile istemiyor.
*
Sırrı Süreyya ya da Demirtaş, İstanbul Belediye Başkanlığı üzerine adaylık tartışması başlatacak yerde, kongrede tartışmayı böyle somut bir konuya çekse, bunu BDP’nin ve toplumun gündemine çekse, çok daha demokrat bir iş yapardı.
Ama bu konularda susmak; BDP’nin nasıl bir bürokratik mekanizma olduğunu ifşa etmemek; hatta bunu savunmak; insanları bu mekanizmayı parçalamaya ve demokratik bir mekanizma örgütlemeye çağırmamak; gündemi buraya çekmemek ama bir adaylık tartışmasını başlatmak; hem BDP’nin ve HDK’nın tutucuğunu karşısında susarak, onlara zımnen onay vermek hem de Gezi Hareketini ölümcül bir tartışmaya çekmek anlamına gelir.
Bu vesileyle BDP, HDK ve HDP (Halkların Demokratik Kongresi’nin Parti adını almış biçimi) ve seçimler konusunda da bir iki söz edelim.
Seçimlerde “Kürt İlleri”nde, BDP adıyla seçime girilmesi, “Batı” da HDP adıyla girilmesi konuşuluyormuş.
Bu da tipik HDK’yı ve daha önceki bütün girişimleri olmamışa çeviren, Kürt burjuvazisi ve bürokratik Türk sosyalisti yaklaşımıdır. Yani Kürt burjuvazisinin Türkler ayrı, biz Kürtler ayrı; Türk sosyalistlerinin de tersinden aynı anlama gelen mesajıdır.
Bizim yaklaşımımız ise, demokratlar ve demokrat olmayanlar bölünmesini yaratmak olmalı, demokratlar ve demokrat olmayanların saflarını netleştirmeye yönelik politika yapmalıyız.
Yani ulusun Türklükle tanımlanmasına karşı olanlar; Türklüğün, Kürtlüğün, Müslümanlığın,  Hıristiyanlığın vs. hiçbir politik anlamının olmadığı bir demokratik cumhuriyet için mücadele edenler ile ulusların Türk ve Kürt vs. olarak örgütlenmesini savunanlar olarak bölünmesi.
Böyle demokratik bir yaklaşımı olan, Kürdistan’da Kürt Partisi, Türkiye’de Türk Partisi (HDP) anlamına gelecek bir yaklaşıma prim vermez.
Ya tüm Türkiye’de ve Kürdistan’da(Baştan aşağı demokratik olarak örgütlenmiş, yani bugünkü bürokratik yapısı parçalanıp yeni baştan kurulmuş) HDP olarak girilmeli ya da bütün Türkiye’de ve Kürdistan’da BDP olarak.
Bunun dışındaki öneriler ve çözümler, Demokrasiye ve Demokratik Cumhuriyet’e karşı, Türklerin ve Kürtlerin birer suikastıdırlar.
29 Temmuz 2013 Pazartesi
Demir Küçükaydın



Hiç yorum yok: