23 Mart 2015 Pazartesi

Newroz İzlenimleri; Seçimler ve Müftüoğlu’nun Dile Detirdiği Eğilimler

Her yıl Newroz’a gidip Kürt Özgürlük Hareketi’nin son durumu hakkında nicel ve nitel birtakım doğrudan izlenimler edinmeye çalışırım.
Bunlar elbet tamamen öznel gözlem ve değerlendirmelerdir. Bu niteliğini unutmamak gerekir.
Ama yorum ve tepkileri almak ve başkalarının gözlemleriyle karşılaştırmak için bir kapı açmak, bir olanak yaratmak ve daha genel ve daha doğru bir fikir sahibi olmak için yine de izlenimleri yazmak ve paylaşmak gerekiyor kanımca.
*
Newrozlara son yıllarda hep İstanbul’da Kazlıçeşme’de katılıp izleme olanağım oldu.
Kazlıçeşme alanı 170.000 metrekare imiş. Bu alan tamamen dolduğunda, metrekareye bir kişi üzerinden hesaplansa gelen gideni eklenip; tuvalet, satıcı, sahne gibi alanlar düşülse vs. azami 200.000 kişilik bin Newroz olacağı düşünülebilir. Geçen yıl, bu hesapla 200.000 kişilik bir Newroz olduğunu tahmin etmiştik.

(Geçen yıl belediye seçimleri öncesinde Newroz kutlanmıştı ve AKP’nin de aynı gün Yenikapı’da bir mitingi vardı. İkisi hakkındaki izlenimlerimiz ve doğru çıkmış seçim öngörülerimiz “Kısa Kısa başlıklı şu yazımızdan okunabilir.)
Katılım:
Geçen yıl, Newroz alanının kenarlarında boşluklar vardı ve Newroz alanına beraber gittiğimiz arkadaşımla o boşluklarda uzanmıştık. Bu sene o boşluklar olmadığı gibi, geliş gidişler daha yoğundu ve daha uzun sürdü. Dolayısıyla geçen yıldan daha büyük katılımlı bir Newroz olduğu çıkarsamasını yapmak yanlış olmayacaktır. Bu seneki Newroz’a geçen senekine göre kanımca beşte bir ila üçte bir oranında daha fazla bir katılım olduğu varsayılabilir. Çeşitli kişilerle yaptığımız tahmin değiş tokuşlarında fazla katılım olduğunda herkes mutabıktı ve bu fazlanın yarısı kadar olduğun söyleyenler bile vardı.
Katılımcı Profili
Newrozlara katılanların genel profiline damga vuran özellik, Kürt olmaları; genellikle İstanbul’un en yoksul kesimlerinden gelmeleri; kadın ve gençlerin yoğunluğudur. Yani Kürtler İstanbul işçilerinin en alt kesimleridir ve bunların da gençleri ve kadınlar çok aktif bir katılım gösterirler. Bu yıl da aynı manzara vardı.
Tam doğru bir gözlem olmayabilir ama genç ve kadın katılımı diğer yıllardan biraz daha fazla gibi de geldi.
İkinci bir izlenimim de gelenlerin yoksulluk ortalamasının biraz azaldığı gibiydi.
Geçen sene, daha uzun süre alanda kalmama rağmen, pek az Türk’e rastlamıştım, Türk Sosyalist örgütlerinin de çok cılız ve sembolik bir katılımı vardı.
Bu sene daha çok rastladım, örgütlerin temsili katılımları nispeten daha kalabalık gruplar halindeydi.
Bu arada, bir arkadaşın yanımızdan yöremizden geçerek yerlerini almaya giden Türk sosyalist örgütleriyle ilgili bir gözlemini ve dikkati çektiği ilginç bir bağıntıyı da aktarmadan geçmek doğru olmayacak. Pankart ne kadar büyük ve heybetli oluyorsa, arkasındaki grup o kadar küçük oluyor.
Ruh durumu
Ancak bu sene esas ilginç izlenim Newroz’a geliş gidişlerdeydi. İki yıldır Newroz’a Marmaray’la gidiyorum. İlk durağından son durağına. Geçen yıl, Marmaray’a binenler Newroz’a gittiklerini pek belli etmemeye çalışır; Ancak Yenikapı’dan sonra en yoksul kesimlerden gelen en yoksul ve en militan Kürt gençleri binince, “Biji Serok Apo” gibi sloganlar duyulur ve sloganları atanlar gençlerle sınırlı kalırdı.
Bu yıl daha Ayrılık çeşme’de Marmaray’ı peronda bekleyenlerin tavırlarında, hallerinde bile Newroz’a gittiklerini artık gizleyen değil de açıkça ilan eden bir duruş, bir rahatlık, bir kendine güven görülüyordu. Ayrıca, eşarp, pankart, flama gibi daha belirgin işaretleri taşıyanlar da daha çoktu ve daha görünür olmuşlardı.
Üsküdar’da binenlerden sonra, Trende alkışlar ve bir genç gruptan da “Biji Serok Apo” sözleri duyulmaya başlandı. Trenin yarısından çok daha fazlasının Newroz’a gittiği seziliyordu. Geçen sene Üsküdar’da binişlere rağmen Newroz’a gidenler trenin çoğunluğunu oluşturmuyordu henüz.
Yenikapı’da İstanbul’un daha yoksul kesimlerinden gelen gençler de gelince zaten bir sonraki istasyon Kazlıçeşme olduğundan, treni dolduranlar fiilen sadece Newroz’a gidenler oluyor.
Bu sefer başkalarını rahatsız etme çekinmesi de olmadan, Kazlıçeşme’ye kadar “Biji Serok Apo” sloganları ve Alkışlar birbirini izledi. Tabii bu senenin bir yeniliği de “Jin Jiyan Azadi” sloganıydı. Bu yıl sloganları atanlar, sadece her hallerinden çok yoksul oldukları hissedilen Kürt gençleri değil; aynı zamanda bütün gençler hatta orta yaşlılardı.
Kanımca bu senenin diğer senelerden en büyük farkı katılımın daha da büyümesinden de önce bu kendine güven ve görünür olma durumudur.
(Kanımca eğer seçimlerde yüzde on aşılırsa ve olağanüstü büyük değişiklikler olmazsa, birkaç yıla kalmaz Newroz için Kazlıçeşme yerine Yenikapı’daki alana geçmek gerekecektir. Ve Dünyanın en büyük Kürt nüfusunu barındıran İstanbul, Diyarbakır’ın yerini alacaktır.)
*
Benzeri durumun başka yerlerde de çeşitli biçimler altında gerçekleştiği anlaşılıyor. Örneğin İzmir’de ilk kez Alsancak’ta Newroz yapılıyor. Oldukça iyi bir katılım görülüyor ve en ilginci “Gündoğdu’da İlk Nevruz” başlığıyla izlenimlerini yazan Cumhuriyet muhabiri:
“Yoğun güvenlik önlemleri, miting alanına girişlerdeki polis aramalarına rağmen, geçmiş dönemde sık sık karşıya gelen emniyet güçleriyle Nevruz katılımcıları arasında kayda değer bir olay yaşanmadı.
1 Mayıs, ana muhalefet partisi mitingi gibi etkinliklerin olduğu günlerde dolup taşan Kordon’daki işletmeler ise bu kez “çay içecek müşteri” bile bulmakta zorlandı. Çoğunlukla kentin periferiğinde yaşayanların, kentin merkezindeki gövde gösterisi, aynı zamanda İzmir’e ilişkin 7 Haziran hedefleri konusunda bol keseden atıp tutan kimi partilere de gözdağı niteliğindeydi.
Bu görünülürlük ve kendine güven şehirlerin Kürt seçmenlerinde şöyle iki etki yaratır:
Kürtlerin seçimlere bile ilgi duymayan, en ezilmiş, en çekingen, en alt kesimleri ilk kez bir insan, bir yurttaş olarak korkmadan ortalığa çıkmanın tadıyla HDP’ye ve politik aktiviteye yönelirler.
Bir de Kürtlerin nispeten daha hali vakti yerinde; AKP’ye o vererek İslam’ın “kavmiyetçiliği” reddi, yani Türklerin üstünlüğünü ve egemenliğini reddetmesi üzerinden, dolaylı yoldan, küçük demokratik kazanımlar aracılığıyla demokratik ve eşitlikçi özlemlerini dile getiren ve bu nedenle de İslam’a çok sarılan kesimlerinin HDP’ye yönelmesi olacaktır.
Aslında bu Türkiye Partisi olma konusunun, sadece Türklere ulaşmak olarak anlaşılması da son derece yanlıştır. Çünkü Kürtlerin çok büyük bir bölümü, Kürdistan’ın dışında yaşamaktadır ve bu kesimler bir Kürt Türk bölünmesi olması halinde en büyük kaybı yaşayacak olanlardır. AKP bunlara şimdiye kadar bir alternatif sunar görünümdeydi. Ancak şimdi, HDP Türkiye partisi olmak için hareket ettikçe, daha fazla Kürt Partisi olacaktır. Çünkü Türkiye’nin batısında yaşayan Kürtler için, demokratik ve eşitlikçi özlemlerine cevap veren daha tutarlı bir alternatif sunmuş olacaktır. Gerek son Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde gerek son anketlerde, HDP’nin AKP’den oy almaya devam etmesinin nedeni Türkiye Partisi olma hedefi ve söylemidir. HDP Türkiye Partisi oldukça muhtemelen daha çok “Kürt Partisi” olmaya ve Batının şehirlerindeki Kürtleri kapsamaya ve onların eğilimlerini yansıtmaya başlayacaktır.
*
Bu vesileyle bir tahminde bulunabiliriz.
Bu seçimlerde, birbirini izleyen Demirtaş’ın Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki başarısı; Kobane zaferi; Erdoğan’ın Kürtleri iten ve sorunu tanımlamayı bile reddeden tavırları; Dolmabahçe’de Devletin ve Hükümetin resmen Öcalan’ı muhatap aldığını fiilen ilan etmiş olması; artan işsizlik, duran sanayi üretimi büyümesi; yolsuzluklar; doların yükselmesi ve Erdoğan’ın müdahalelerinin işi iyice çığırından çıkarması; AKP’deki bölünmeler; AKP’ye oy veren Kürt seçmende hiç küçümsenmeyecek kayışlar yaratmaktadır.
Bu kayışın bir kısmı, hiç sandığa gitmemek biçiminde yansıyabilir.
Bu da HDP’nin yüzde onu aşması için gerekli mutlak oy sayısını düşmesine yol açar.
Ayrıca bir kısım ve özellikle Kürt AKP seçmeninin HDP’ye oy vererek onun oy oranını yükseltmesine yol acar.
Ayrıca bugün bir AKP’liyi motive edecek çok az şey vardır maddi çıkarlardan başka, ama HDP’liyi motive edecek çok şey vardır. Bunların küçük etkileri kümülâtif olarak büyük sonuçlar yaratır.
Bütün bu gözlem ve çıkarsamalar sonucunda kanım odur ki, HDP şu an itibariyle bile yüzde on barajını aşmış bulunmaktadır.
Bu aşma Kürtler arasında hem Doğu’da hem de Batı’da yaşanan kaymayla gerçekleşmiştir. Türkiye Partisi olma söylemi, sanılanın aksine HDP’ye Batı’da yaşayan Kürtler arasında ve Kürtlerin nispeten daha iyi yaşam seviyesindekileri arasında yeni alanlar açmaktadır.
Türkiye’nin batısında ve Laik Türkler, Aleviler vs. arasında küçük köprübaşları olmakla birlikte büyük bir kayma henüz yoktur. Ama bu küçük köprübaşlarının toplu etkisi de sanılandan çok daha büyük sonuçlar yaratabilir.
Fakat kaymanın olası olduğu ve durdurulamayacak bir noktaya geldiğinde altında kalmamak için en Türk şehir küçük burjuvazisinin yavaş yavaş pozisyon alındığı da görülüyor.
Nasıl mı?
Bunu bizzat Birleşik Haziran Hareketi’nin ruhu Oğuzhan Müftüoğlu gösteriyor.
*
Bir Marksist için, bir devrimci için, toplumsal güçlerin (Sınıflar, devletler, politik partiler, akımlar vs.) sadece genel sosyolojik tanımlamasını doğru yapmak ve bunların genel çıkar ve eğilimlerini hatta karakterlerini doğru tanımlamak yetmez; verili durumdaki, o konjonktürdeki konumlanış ve çıkarlarına ilişkin doğru bir fikir veya izlenim edinmek de çok önemlidir.
Ama bunu ölçecek nicel ve nitel göstergeler yoktur. Ama başka araçlar vardır. Bu eğilimleri dile getiren, yayınlar, yazarlar, politikacılar vs.. Bunlar doğru tanımlanıp izlenirse hangi güçlerin verili konjonktürde ne gibi eğilim ve çıkarları izlediği daha doğru tespit edilebilir.
Bütün ciddi devlet adamları ve politikacılar da böyle yaparlar zaten. Örneğin İsmet Paşa’nın her gün sabahleyin, İngiltere, ABD, Fransa, Almanya, Rusya’nın eğilimlerini yansıtan yayın organlarının başyazı veya değir önemli yazarlarını izlediği kendisini bilgilendirdiği söylenir. Hatta Ecevit’in İsmet Paşa’ya bu işi yaptığı ve politik kariyerine öyle başladığı bile söylenir.
Öcalan’ın da benzeri şekilde davrandığını biliyoruz. Ona dünyadaki en önemli verileri toplayan bir karargâh personeli vardı.
Zaten Marksizm, sınıf bilincinin tek taraflı, sınıf içine kapanılarak edinilemeyeceğini; bütün sınıfların ilişkileri ve çelişkileri alanından edinilip geliştirilebileceğini başından beri söyler. Lenin’in örgütlenme üzerine olduğu sanılan meşhur Ne Yapmalı adlı eserinin esas konusu tam da budur. Marksizm, işçilerin dikkatini işçilere yöneltenlerin aslında sendikacılar zümresi olduğunu söyler.
*
Hem genel olarak politikanın hem de Marksizm'in bu ilkeleri gereği, ben de bu bağlamda elimden geldiğince, İngilizce bilmesem de dolayı olarak veya tercümeler aracılığıyla Washington Post, Guardian, Economist, le Monde, Frankfurter Allgemeine Zeitung, eskiden Pravda gibi gazete ve yayınları iyi kötü izlemeye çalışırım.
Benzerini Türkiye ölçüsünde de yapmaya çalışırım.
Türkiye’de en önemli izlenecek gazetelerden biri Hürriyet olmaya devam etmektedir. O devletin “kitle yayın organı” sayılabilir. Cumhuriyet, de esas olarak Devlet sınıflarının eğilimlerini yansıtan bir organdır. AKP, Cemaat, Ulusalcılar, PKK vs. gibi güçlerin de kendi yayın organları vardır ve bunları veya bunlardaki belli yazarları izlemek, politik mücadele içindeki her insan için günlük görevdir.
İşte ben bu bağlamda, Türkiye’de şehir küçük burjuvazisi içinde, en geri, en milliyetçi ve gerici kesimlerin eğilimlerini, izlemek için Oğuzhan Müftüoğlu’nun ne dediğine, yazılarına vs. bakmaya çalışırım. Onun sol kimliği kimseyi yanıltmasın, kimi solcular toplumun en geri ve gerici kesimlerine göre rotasını belirler. Oğuzhan Müftüoğlu’nun böyle bir özelliği var. Bunu yıllar önce tespit ettiğimden beri, Oğuzhan Müftüoğlu’nu izleyerek, sol görünen bir terminoloji içinde şehir küçük burjuvazisinin en geri ve en milliyetçi (Kürt Düşmanı) kesimlerinin verili konjonktürdeki eğilimlerini sol bir terminoloji içinde izleyebiliyorum.
O olmazsa., ÖDP’nin ne dediğine bakarım. Elbet bir sosyalist olarak ÖDP’yi sosyalist olduğunu iddia ettiği sürece en sert biçimde eleştiririm. Ama ÖDP’nin ne dediğini izleyerek çok sağlam bilgiler de edinirim. ÖDP veya Oğuzhan Müftüoğlu, toplumdaki bir kesimin çıkar ve eğilimlerini anlamak için çok isabetli bilgiler veren bir sensor, bir duyarga işlevini de görür.
Eski çağlarda, köyü bilgisi denen, şu tarihte hava güneşli olursa yaz şöyle geçer; ağaçların yaprağı şu zamanda düşerse böyle olur gibi deneye dayanan bilgileri vardır. Bu türden bir bilgidir bu.
Bunun somut bir örneğini de yeri gelmişken aktarayım.
Örneğin yıllar önce 2000’de, “ÖDP’de yeni Dönem: Katharsis’e dönüş” başlıklı yazıda şöyle yazıyorduk:
"Öyle görülüyor ki, ÖDP’de yeni bir dönem başlıyor; çeşitliliğe, renkliliğe vurgunun yerini, “gruplar koalisyonu olarak yürümenin mümkün olmadığı”; uzlaşmadan doğan ve tam inanılmayan görüşler için insanların fedakârlık yapmayacağı vurguları alıyor. Artık eski rüzgârlar yelken doldurmuyor.
Eski Dev-Yol’cuların ÖDP’de çoğunluk eğilimini oluşturduğu biliniyor. Bu eğilimin çıkardığı Bir Adım dergisinin beşinci sayısında hemen hemen bütün yazılarda, ama özellikle Saruhan Oluç’un “ÖDP Kabuk Değiştiriyor, Eski Olan Direniyor” ve Oğuzhan Müftüoğlu’nun yazdığı “Devrimci Parti, Devrimci Siyaset” başlıklı yazılarda, parti içindeki muhalif eğilimlerle bir arada bulunulamayacağı hiç bir yanlış anlamaya yer vermeyecek şekilde, açıkça belirtiliyor.
Örneğin S. Oluç: “Ama artık ÖDP’nin bir gruplar koalisyonu olarak yürümesi mümkün değildir. Köklü bir zihniyet değişikliğine hızla ihtiyaç vardır.” (s.16) diye yazıyor. Aynı şekilde O. Müftüoğlu, parti içinde uzlaşmalarla belirlenmiş karar ve politikaları kastederek: “İnsanlar itiraz etmedikleri, razı oldukları düşünceler için değil, gerçekten, yürekten inandıkları düşünceler için gerçek bir devrimci kararlılık ve iradeyle mücadele edebilirler” (s.18) diyerek bir dönemin bittiğini haber veriyor. Gerçi, kimileri, ÖDP’yi bağlamayan bir dergide çıkmış bir kaç yazı dolayısıyla ÖDP politikalarının değerlendirilemeyeceğini söyleyebilir, ama Allah’ın bildiğini kuldan niye saklayalım, bir zamanlar bir İngiliz sömürge valisinin “Bengal bu gün neyi konuşursa, Hindistan yarın onu konuşur” dediği gibi, Oğuzhan Müftüoğlu bu gün neyi konuşursa yarın Dev-Yol gelenekli çoğunluk ve öbür gün de ÖDP organları onu konuşur. Bundan sonrası bir zaman sorunudur. ÖDP’de bir değişim operasyonu başlamış bulunmaktadır. Bu operasyonun sonunda, eski Dev-Yol’cu çoğunluğa dayanan, farklı olanların, sadece onun dikte ettiği koşullarda yer bulabildiği bir ÖDP ortaya çıkacak demektir. Artık çok seslilik rüzgârları yelken doldurmuyor, yükselmek için safraları atmak gerek." (24. Ekim. 2000, Demir Küçükaydın, ÖDP Üzerine Yazılar, s.53, Bu kitabı pdf olarak indirmek için Link yazısını tıklayınız.)
Görüldüğü gibi bugün orada öngörülen her şeyin gerçekleştiği görülüyor. Yani Müftüoğlu’nu izlemek, doğru bilgiler veriyor; eğilimleri doğru gösteriyor. Ve örneğin bütün bu yıllar boşunca, ÖDP’nin gözü ve gönlü hep CHP’de ve CHP’nin de en gerici kesimlerinde oldu. CHP ise o zamanlarki çizgisiyle, esas olarak, devlete egemen olan Ergenekon’un siyasi partisi durumundaydı.
Ancak Devlet içinde de bir strateji tartışması vardı ve bunların politikalarının başarırsızlığının görülmesiyle birlikte diğer tarafın gücü ve ağırlığı arttı. Buna paralel olarak hem devlet içinde hem de CHP içinde değişiklikler yaşanmaya başladı. Baykallar gitti Kılıçdaroğulları geldi. Bütün bunlar devlet sınıflarının eski inkâr politikalarını terk etmeleri ve yeni bir stratejiye geçmeleri anlamına geliyordu. Bu eğilim en son olarak Cumhuriyet gazetesindeki kadro ve eğilim değişimlerinde de görülüyor. Devlet sınıfları, Kürt hareketi ile bir ittifakın yollarını hazırlamak için değişiklikler yapıyorlar.
Bu bağlamda, CHP ve Devlet içinde ağırlığı artan kesimler, önümüzdeki seçimlerde, HDP’nin yüzde on oranını aşmasını en az HDP’liler kadar, ama HDP’yi çok sevdiklerinden değil, kendi toplumsal eğilim ve çıkarlarını korumak için, istiyorlar. Bu nedenle örneğin Cüneyt Arcayürek neredeyse her gün, HDP’nin yüzde onu aşmasının önemine vurgu yapıyor. Bunu devletin ve milletin iyiliği için yapmak gerekir diyor. Gürsel Tekin, "HDP'nin güçlenmesi, özgürlükten ve eşitlikten yana olan örgütlerin temsilcilerini meclise taşıması bizleri ancak mutlu eder" diyor.
Dikkat edin bunlar devletin uzun vadeli ve genel çıkarını savunan akıllı politikacı ve gazeteciler.
Oğuzhan Müftüoğlu bu kesimlerin eğilmelerini yansıtmıyor. Oğuzhan CHP ve şehir küçük burjuvaları içinde bunların mücadele ettiği kesimlerin eğilimlerini yansıtıyor.
Bu yıllardır böyle Müftüoğlu eğer bu kesimlerin eğilimlerini yansıtsaydı, örneğin bugün HDP’de veya çevresinde yer alan, bir zamanların Ufuk Uras, Saruhan Oluç gibilerinin bugünkü çizgisini izlemesi gerekirdi. Onlardaki kayış ile özel savaş dönemini sürdürmek ve böyle sürmeyeceğini söyleyip değiştirmek isteyen güçlerin yükselişi arasında bir paralellik olduğun görürsünüz. Bu nedenle diyoruz Müftüoğlu en milliyetçi ve gerici kesimlerin eğilimlerini tespit edebilmek için iyi bir sensor, duyarga veya ölçer işlevi görür diye.
*
Somut olarak görelim durum nedir. En son duruma göz atalım.
Oğuzhan Müftüoğlu ile bir söyleşi birkaç gün önce, çok şişirilmiş başlıklarla, birçok yayın organında yayınlandı. Bunlardan biri olan Turnusol o söyleşinin başlığını şöyle koymuş: “Eski Devrimci Yol lideri Oğuzhan Müftüoğlu seçimlerde CHP umut vaat etmiyor dedi, HDP'yi işaret etti!”
Haberi dikkatlice okuyunca Müftüoğlu’nun böyle bir şey söylemediği, bunun haberi aktaranın yorumu olduğu anlaşılıyor. Ancak Müftüoğlu’nun söylemi öyledir ki böyle bir yoruma da kapıyı açık bırakmaktadır. Önce kaynağından okuyalım, Müftüoğlu’nun aktarılan sözleri:
"Olabilecek en iyi ihtimal AKP’nin gücünü arttırıp, tüm yetkilerini tek kişi üzerinde toplanmasının önüne geçilmesidir. AKP hükümet kuramasa bile mevcut durumdan kurtuluş olacağını düşünmek zor. CHP, MHP, cemaat koalisyonu bile olsa umut vaadetmiyor. Önce ezilen kadınlar, Kürtler, Aleviler beraber etkili bir güç olarak ortaya çıkmalı. CHP bana göre merkez sağı kendinde toplayarak krize çözüm sağlamaya çalışıyor. Bu bir çözüm değil. Değişimci, ilerici politikalar yürütmesi lazım
Şimdi bu ibretlik satırların kısa bir analizini yapalım.
Teşhis doğru: En acil sorun: “AKP’nin gücünü arttırıp, tüm yetkilerini tek kişi üzerinde toplanmasının önüne geçilmesidir
Peki, böyle bir durum değerlendirmesi yapan birinin bundan ne gibi bir çıkarsama yapması gerekir seçimlere ilişkin olarak?
Çok basittir. HDP’nin yüzde on sınırında bir yeri var. CHP’ye verilecek oylar en fazla bir kaç milletvekili getirebilir ama HDP’ye verilecek yüzde bir veya iki oy, HDP’nin barajı aşmasını sağlar ve Erdoğan’ın tem kişi diktatörlüğü kurmasını engeller.
Bu kadar basit.
Bu basit akıl yürümeyi Devletin en genel ve temel çıkarını savunanlar, Arcayürekler bile yapıyor.
Ama Müftüoğlu bu çıkarsamayı yapmıyor. HDP’nin ve bu kritik durumun adını bile anmadan, CHP ve MHP koalisyonundan söz edip, umut vaat etmiyor diyor.
Yani cümleler mantıki bir tutarlılık bile içermiyor. “Dam üstünde saksağan vur beline kazmayı”. “Bahçelerde maydanoz, gel bize bazı bazı”.
Neden böyle ilk cümle seçimlerin yapacağı en iyi şey ile ilgiliyken ikinci cümle MHP ve CHP ve bunların umut olmadığı? Başkanlığı engelleyebilme idi hani konu.
Futbolda top çevirmenin siyasetteki karşılığı böyle olur.
Yani Müftüoğlu’nun eğilimlerini dile getirdiği kesimlerin aklı MHP ve CHP’ oylarının AKP’yi geçeceğinde, bu olasılığı istiyor bu yolla AKP’nin engellenebileceğin ima ediyor. Ama bunun da bunu başarsa bile Türkiye’nin sorunlarına çare olamayacaklarını söylüyor.
Ama konu o değildi. HDP’den söz etmemek için konu atlaması ve mantık hatası yapmayı göze alıyor.
Öte yandan HDP’nin ve bu kritik durumdaki işlevinden bir tek sözcükle bile söz etmiyor ama bu sefer CHP’ye nasıl başarılı olacağına dair akıl veriyor.
Ne anlama gelir bu cümleler?
Şimdi çok açık ki, burada bir yandan CHP’ye oy vermiş Alevi ve laik kesimlere hiçbir şekilde HDP’den söz etmeyerek “deliye taşı andırmama”; HDP’ye yönelmeyi engelleme işlevine devam ediyor. Biz Birleşik haziren Hareketi’nin kuruluşunun esas amacının bu olduğunu yazdığımızda buna tepki gösterenler oldu. Burada açık, bize tepki gösterenlerin, Müftüoğlu’nun bu sözlerine hiç tepki bile göstermemesi çok anlamlıdır. Demek ki bize tepki gösterenler aynı eğilimleri paylaşıyorlar ve tam da doğruyu söylediğimiz için böylesine tepki gösteriyorlar.
Burası bir yanı ama o sözlerin bir de konjonktürel yanı var. Bunu haberin başlığını yazan yakalamış zaten.

Bu sözler bir dönüşün kapısını da açık bırakıyor. HDP’den bir kelimeyle söz etmeyi çok görenler, yarın öbür gün isteyen HDP’ye oy versin, ben veriyorum diyebileceklerdir. İfadeler buna da açıktır.
Yarın öbür gün bütün engelleme çabalarına rağmen, HDP’ye doğru bir kayış görülür veya HDP’nin yüzde onu geçeceği anlaşılırsa, son anda bu heyelanın altında kalmamak, rüzgâra uygun yelken açmak için kapı açık bırakılıyor.
Bu çizgi tam da en geri ulusalcıların çizgisidir.
Benzerini paralel olarak başka bir düzeyde, önceden CHP’li olup, ayrılan, ırkçı ve ulusalcı Anadolu partisi genel başkanı Emine Ülker Tarhan’ın CHP ile ittifak yapabiliriz demesinde görülüyor. Tarhan için CHP he ise, Müftüoğlu için HDP odur.
Emine Ülker, ulusalcı çizgi için, dün ayrıldığı ve yıldırımladığı CHP ittifak yapılabilir hale geliyorsa; Öğuzhan Müftüoğlu için de yarın öbür gün, HDP’ye oy verilebilir damaya uygun hale gelecektir. Ama hala esas vurgu CHP MHP koalisyonlarından umutta. CHP’ye akıl vermekte. Yani HDP’nin yüzde on barajını aşmasını engellemekte ve bunu ummakta. Bunun yapılamayacağı görüldüğü an güçlerin yeni dizilişine bağlı olarak, HDP’ye oy verilmesini isteyecektir. Kırılmak istemiyorsan, eğil; bükemediğin bileği öp.
Müftüoğlu’nun tavrında anlaşılmayacak bir şey yok. O yerini ve konumunu kaybetmek istemeyen şehirli küçük burjuvazinin eğilimlerini dile getiriyor.
Ama bu sözlerde, mavi boncuk ve keramet bulup da Haziran Hareketi’nde yer alarak, hala Müftüoğlu’nun diye getirdiği çizgi ile uzlaşma içinde olup onun gerçek niteliğinin görülmesi için maske işlevi görenler gerçekten ne yaptıklarını biliyorlar mı düşünmeliler.

23 Mart 2015 Pazartesi

Hiç yorum yok: